Ahmet Zorlu’nun 26 Mayıs 2025 tarihli “Toplum Mühendisliği” başlıklı yazısı (*)...
Bir toplumu istenen yöne çekmenin ve cehaleti kurumsallaştırmanın nasıl bir bilim dalına dönüştüğünü çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor;
"Toplum Mühendisliği artık bir bilim dalı; her söylenene önyargısız, incelemeden inanan bir toplum yaratabilmek ve yönlendirebilmenin yolu, cehaleti kurumsallaştırmaktan, dini motifleri son noktasına kadar kullanıp posasını çıkarmaktan geçiyor. Şöyle bir düşünün ve Dünya Küresini gözünüzün önüne getirin; bilgi, teknoloji, buluş, çağdaş eğitim gibi kavramları yaşayan bir de bunların düşünülmesinin bile ‘İslam’a Hakaret’ kabul edildiği ülkelere bakın!
Iraklı rejimden kaçıyor, Avrupa’ya kapağı atmanın telaşında; Suriyeli ise rejimden kaçıyor, Türkiye’yi durak, çağdaş dünyayı ise nihai erişim noktası olarak görüyor ve hiçbiri, kendi ülkelerindeki yöneticilerin kanlarını akıttığını, inançlarını sömürdüğünü düşünemiyor bile!
Zira bu tür ülkelerde hâkim kültür, ülke insanlarının beyinlerindeki ‘sorgulama’ odacığını silmiş: artık o insanlar ‘düşünmüyor’sadece ‘inanıyor’...
Size cehaletin fotoğrafına uluslararası bir örnek:
Eski Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı yaptığı suikast sonucunda öldüren adama hâkim sorar:
Sedat'ı neden öldürdün?
Katil: Çünkü laikti.
Laik ne demek?
Katil: Bilmiyorum
Ey düşünenler, ey yazanlar, ey eleştirenler, ey ‘ama’ ey ‘fakat’ diyenler, bizi, sizi nasıl bir tehlikenin beklediğinin farkında mısınız?" ...
Görüyoruz ki, Ahmet Zorlu'nun yazısı, dini duyguların manipüle edilmesinden, hurafelerin “kutsal” kisvesi altında sunulmasına; yolsuzluğun normalleştirilmesinden, toplumsal dikkatlerin yapay gündemlerle dağıtılmasına kadar uzanan bir manipülasyon zincirini ifşa etmekte ve Türkiye’nin mevcut sorunları ışığında, sadece bir eleştiri değil, aynı zamanda bir uyanış çağrısı gibi...
Anlamalıyız ki, toplum mühendisliği, bir toplumun değerlerini ve inançlarını yeniden şekillendirmekle başlıyor ve Türkiye’de bu süreç, özellikle son yıllarda, dini söylemlerin siyasal bir araç olarak kullanılmasıyla da kendini gösteriyor; “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” gibi söylemler, rüşveti ve yolsuzluğu meşrulaştırır ve “takdir-i ilahi” gibi ifadeler de ihmalleri ve kötü yönetimi örtbas etmek için bir kalkan haline gelirken toplumun etik sınırlarını aşındırıyor, yanlışları sorgulama refleksini de köreltiyor.
Mesela, ekonomik kriz, toplum mühendisliğinin en bariz alanlarından biridur.Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı, vatandaşların alım gücünü eritirken, temel ihtiyaçlar lüks haline geliyor, sabit gelirli aileler faturalar, kira ve gıda masrafları arasında sıkışıp kalıyor.
Ama, bu sorunlar tartışılırken, dikkatler çoğu zaman yapay gündemlerle başka yöne çekiliyor. Bazen gerçekçi olmayan projeler bazen de kişisel tartışmalar, sadece ekonomik sorunların değil toplumun diğer gerçek meselelerine de odaklanmayı engelliyor ve manipülasyonun bir aracı oluyor.
Yine, adalet sistemindeki güven kaybı da toplum mühendisliğinin bir başka yansıması, yargı kararlarının siyasallaştığı algısı, vatandaşın hukuka olan inancını sarsıyor.
Sonuçta, bu tür yöntemler, toplumun sorgulama yetisini zayıflatıyor ve devlete olan güveni erozyona uğratıyor.
Toplumsal kutuplaşma ise Türkiye’nin en derin yaralarından biri, siyasi görüş ayrılıkları, komşuluk ilişkilerinden aile sohbetlerine kadar her alana sirayet etmiş, medya ve sosyal medya, bu kutuplaşmayı körüklemekte, farklı kesimlerin diyalog kurması ise neredeyse imkânsız hale geliyor, ki Zorlu’nun “düşünmeyen, sadece inanan” bir toplum tasviri, bu kutuplaşmanın temelinde cehaletin yattığını açıkça göstermiyor mu?
Gelelim, Zorlu’nun yazısının en vurucu noktasına..
Cehaletin kurumsallaşmasının toplum mühendisliğinin temel taşı olduğu gerçeğini nasıl izah edebiliriz? Cehalet, sadece bilgi eksikliği değil, aynı zamanda sorgulama yeteneğinin kaybı ve Türkiye’de bu durum, eğitim sistemindeki yetersizliklerle daha da derinleşmiş; Mesela 6 yaşındaki bir çocuğun evlendirilmesi gibi akıl almaz olaylara karşı toplumun bir kesiminin sessiz kalması ya da destekleyici tavır sergilemesi, cehaletin ne kadar tehlikeli bir boyuta ulaştığını ortaya koymuyor mu?
Peki, aydınların bu süreçteki suskunluğuna ve durumu daha da ağırlaştırıyor olmalarına ne dersiniz? Geçmişte toplumun vicdanı ve rehberi olan aydınlar, bugün ya baskılar nedeniyle susmayı tercih ediyor ya da kendi “mahallelerine” çekilerek kutuplaşmanın bir parçası haline geliyorlar,(**).
Zorlu’nun uluslararası örneklerinden;
Enver Sedat’ın laiklik gerekçesiyle öldürülmesi, Necip Mahfuz’a saldırı, Faraç Foda’nın okuma yazma bilmeyen bir suikastçı tarafından katledilmesi cehaletin ve sorgulamamanın yıkıcı sonuçlarını gözler önüne sermiyor diyebilir misiniz?
Türkiye’de de düşünen, sorgulayan ve eleştiren bireylerim “hain” veya “kâfir” gibi etiketlerle susturulmaya çalışılması, sadece bireysel özgürlükleri değil, toplumun düşünce kapasitesini de tehdit ediyor diye düşünüyorum .
Çıkış yolu belli; Eğitimle düşünen bir yoplum inşa etmek...
Eğitim, cehaletin zincirlerini kırmanın, kutuplaşmayı azaltmanın ve aydınları yeniden topluma rehber kılmanın anahtarıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü, eğitimin bilimsel temellere oturması gerektiğini hatırlatır.
J.V. Snellman’ın, Finlandiya’da gerçekleştirdiği eğitim reformları, bir toplumun bilinçlenmesinin ve ulusal kimlik kazanmasının eğitimle mümkün olduğunu gösteriyor.
Rabindranath Tagore’un insani değerlere vurgusu ise, eğitimin sadece akademik başarı değil, empati, hoşgörü ve evrensel kardeşlik gibi değerleri de kapsaması gerektiğini ortaya koyuyor.
Peki, atılması gereken adımlar ne olabilir?
-Bilimsel ve Eleştirel Düşünce Odaklı Eğitim;
Müfredat, hurafelerden ve dogmalardan arındırılmalı; fen bilimleri, sosyal bilimler ve felsefe gibi alanlar, gençlerin dünyayı sorgulayarak anlamasını sağlayacak şekilde güçlendirilmelidir.
-İnsani Değerlerin Öğretilmesi;
Eğitim, farklı inançlara, kültürlere ve görüşlere saygıyı öğretmeli, ki okul sıralarında empati ve hoşgörü kazanan bireyler, ileride kutuplaşmayı azaltan bir toplumun temelini oluşturacaklardır.
-Aydınların Rolünün Güçlendirilmesi;
Aydınlar, yalnızca yazan, konuşan değil; toplumun vicdanı olan kişilerdir. Bu nedenle, düşünce özgürlüğü mutlaka korunmalı, akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların ve düşünürlerin üzerindeki baskılar kalkmalı, farklı görüşler tehdit değil, zenginlik olarak görülmelidir.
Burada gerçek bir aydından, bir bilim insanından bahsetmek istiyorum, ışıklar içinde yatsın...
Dünyanın pek çok devletinden, dünya liderlerinden, kuruluşlarından aldığı,
'En ünlü bilim adamı' ödülleri var.
28 yaşında dünyanın en genç profesörü oluyor.
Kaliforniya’da üniversite eğitimini bir buçuk yılda,Massachussettes Teknoloji Enstitüsünü ise 8 ayda bitirerek dünya rekoru kırıyor ve Alfred Sloan ödülünü kazanıyor.
Yale Üniversitesinde de 50 yıldır çözülemeyen problemi çözüyor.
İki defa Nobel’e aday gösterilen , Türk tarihinin en değerli insanlarından biri ve
TBMM de 1975’te çıkarılan özel bir kanunla "Türkiye Cumhuriyeti Profesörü" ünvanı verilen tek kişi...
Bir röportajında:
“Benim en büyük buluşum, İngiliz ve ABD emperyalizminin amacının, Türkiye’yi parçalamak ve Türkçe’yi yok etmek olduğunu fark etmek oldu” diyor...Ve Türk halkını uyandırmak için ülkesine dönüyor.
Atatürk sonrası milli eğitimimiz Batı’ya bağlanıp Türk tarihinden, araştırmacı ve bilimsel yaklaşımdan uzaklaşınca ve 1945’den sonrası taklitçilik ve ezbercilik dayatılınca...
O, eğitimin içine düşürüldüğü bu planlı uçurumu Türk Milletine anlatmak için konferanslar vererek, Türkçe kitaplar yazarak, bozulan Türkçe’nin, eğitimin ve ahlakın kurtarılması için ömrünün kalanını feda ediyor...
İşte O; Atatürkçü, gerçek aydın Prof.Dr.Oktay Sinanoğlu,(***)
-Medya Okuryazarlığı;
Toplumun manipülasyona açık yapısını kırmak için medya okuryazarlığı yaygınlaştırılmalıdır. Vatandaş, gördüğü haberin doğruluğunu sorgulayabilmeli; bilgi kirliliğiyle mücadele edecek donanıma sahip olmalıdır. Bu, aynı zamanda sosyal medyada yayılan sahte gündemlerin etkisini azaltacaktır.
-Toplum Temelli Eğitim Seferberliği;
Sadece okullarda değil, mahallelerde, köylerde, camilerde, kahvehanelerde, dijital mecralarda da toplumu bilinçlendirecek faaliyetler yapılmalı;Film gösterimleri, kitap kulüpleri, halk kürsüleri, interaktif söyleşiler, belgesel yayınları gibi etkinlikler yaygınlaştırılmalıdır.
SONUÇ ;
Ahmet Zorlu’nun “Toplum Mühendisliği” yazısı, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda , düşünen insanların birleşmesi, sorgulayan bireylerin sesini yükseltmesi ve cehalete karşı durulması çağrısı gibi,zira düşünmeyen, sadece inanan bir toplum, her türlü manipülasyona açıktır ...
"Ama” ve “fakat” demeye cesaret edebilen bir toplum inşa etmek, hepimizin ortak görevi ve sorumluluğudur, bu meyanda geçmişin ışığında, ama sadece hatırlamakla değil, ondan ilham alarak, geleceği inşa edebileceğimiz gerçeğini unutmayalım...
Tabii ki önce okumalıyız, zira cehaletin pençesinden kurtulmanın yolu bilgiye sarılmaktır.
Çalışmalıyız da, bir milletin gücünün alın teriyle yükseleceğini bilelim ve haksızlığa karşıda dik duralım, zira adalet yalnızca cesur yüreklerin sesiyle yankılanabilir...
Bence en önemli olan ise, unuttuğumuz o insanî ve evrensel değerlerimizi yeniden hatırlamak ve hatırlatmak olmalı. Zira, dürüstlük, saygı, özgürlük ve dostluk gibi değerlerin milletimizin özünde hep saklı olduğunu biliyoruz, öyle değil mi?
Atatürk’ün vatan sevgisi, bağımsızlık ruhu, samimiyeti, zekâsı, cesareti ve halka bağlılığı, bizi biz yapan temeller değil miydi, sorarım.
İhtiyacımız olan aydın zihinlerdir ve Wilhelm Snelman’ın ifadesiyle:
"Gerçek aydının birinci görevi, halkının aklını, iradesini, enerjisini ve vicdanını uyandırmaktır ve bunu gerçekleştirmenin tek yolu eğitimdir, eğitmektir."
Eğer çocuklarımızın geleceğini önemsiyor ve insanlık onuruna yakışır bir toplum hayal ediyorsak,susma lüksümüz yoktur, ki karanlık, sadece ışık söndüğünde gelmez, herkes sustuğunda da çöker üzerimize...
O halde;
İnsana dair,
İstiklâl, istikbal, hürriyete dair,
Hak,hukuk,adalete dair,
Sevgiye, saygıya dair...
Başöğretmen Atatürk'ün;
"Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”sözünden ilhamla, görev ve sorumluluğumuzu bilerek; Okuyalım, düşünelim,sorgulayalım..m
Suat Umutlu
27 Mayıs 2025
---
(*)Ahmet Zorlu
https://www.facebook.com/share/p/15cZCe4JCi/
(**) Suat Umutlu
https://adanaulus.com/kose-yazilari/beyaz_zambaklar_-163018.html
(***) Kenan Özek
https://www.facebook.com/share/p/1AbswmE6Va/