Her gün, bir başka güne uyanıyor gibisiniz! Sanki dünün sorunları bitmiş, sanki dünün eksiklikleri tamamlanmış, sanki dün akan anaların gözyaşları dinmiş gibi… Yeni sorunlar, yeni eksikler, yeni gözyaşları! Zaman zaman “güven” konusunu ele alıyorlar ya; ne gerek varsa artık, bir ev içinde bile yaşanan karmaşaların hesabı yapılıyor, sokak ortasındaki kıyımlara son veriliyor, kadınlar/ çocuklar “sessiz çığlığın” karşısında vahşet yaşamıyor, genç işsizler ordusu yurdun her bölgesinde görülmüyor, dinlence kıyılarında kabarık fiyatlı ödetilen faturaları sosyal medyada paylaşacak denli şımarıklar susturuluyormuş gibi…
Bir başka güne başlamıyoruz; dün bilinenlerin üzerine yenileri eklenmiş olarak yaşıyoruz! Sorun çözülmüyor, kaygılar azalmıyor, dünden daha iyi yaşanmıyor; bunu herkes ya biliyor ya da birilerini üzmemek için susuyor!
***
Susmak… Susulunca sorunlar çözülmüş olsaydı, dünyanın en erinçli ülkesi olurduk! Türk-İş Başkanının bu günlerdeki çığlıklarını duyuyorsunuz değil mi? Kamu çalışanları için istedikleri rakamın çok altında bir öneri ile karşılaşınca yurt genelinde “grev” kararı aldı! Bu “grev” ya da “dik duruş” bugüne dek bırakılmalı mıydı acaba? Geçtiğimiz yılın da, önceki yılın da “asgari ücret belirleme komisyonu” ile yaptıkları toplantıda sonuç alınamayınca “biz bunu kabul etmiyoruz” diyerek masadan kalkmışlardı! Ya sonra…
Sonrası boş! Geçtiğimiz iki yıl için önerilen asgari ücret, ardından emekli aylıkları “iktidarın” istediği biçimde gerçekleşince Türk-İş neden bir şey yapmadı? Temel gereksinmelerde, daha çalışan önerilen zammı almadan yükselen fiyatlar karşısında bir şeyler yapılması gerekmez miydi? Maliye Bakanı, enflasyonu çalışanların ücretlerini düşürerek aşağı çekmeye çalıştığını, üstelik bazı “iktidara” yakın isimlerin “enflasyonun yükselmesinin nedeni emekli aylıkları” denildiğini unutmayarak, bugün yapılmak istene iki yıl önce yapılamaz mıydı?
***
Türk-İş gibi sendikalar da, “iktidar” da “patronun” gözünün içine bakıyor! “Patron” nasıl daha çok kazanır, patronun çocuklarına nasıl daha çok şımarıklıklar yaşatılabilir, patron nasıl şatafat içinde yaşamını sürdürebilir, patron nasıl yaşattıkları enflasyondan daha az etkilenir onun çalışması yapılıyor! Düşünsenize, emeklinin/ ücretli çalışanın aylıklarının gereksinmelerine yetmediği dile getirildikçe, bakanlık “enflasyondan çıkmamız için buna zorunluyuz” açıklaması yapmaktan kaçınmıyorlar! Hiç kimse çıkıp da, halktan kısmayı değil; saraylardan, araç filolarından, savurganlığa boğulan bütçelerden kısmayı önermiyor!
Türk-İş’in grev çağrısı sonunda “istenen” ücret alınabilecek mi; sanmıyorum! Ne şiş yansın ne de kebap anlayışla, biraz da “emekçiler bir şeyler yaptığımızı görsün” sonucu yaşanacak gibi...
Oysa bu ülkenin susmayanlara, sorgulayanlara, vazgeçmeyenlere gereksinimi var daha çok! Zamanında karşı koymalara, zamanında “grev” hakkını ortaya koymaya gereksinimi var! Değişim, kanıksayarak olur! Kanıksamak, her sabah “yeni bir gün” diye önümüze konan, aslında dünkü acının devamı olduğu benimsetilen bir olgudur! Kanıksamak, pazara çıkınca elinizdeki üç beş kuruşla değil, boğazınızdaki yumruyla eve dönmek demektir. Kanıksamak çocukların geleceğini “başarı öyküsü” adı altında yurt dışına uğurlarken içten içe tükenmektir. Dahası öyle çok ki…
***
Bu ülkede, suskunluğun ağırlığıyla değil, sözün gücüyle her şey çok güzel olacak! Her yeni gün eski acıların üzerine eklenmişken, geçinebilmek/ doyabilmek/ yaşayabilmek zorlanmışken “grev hakkını” kullanmak yalnız ücret değildir, insan olmanın onuru anlamına gelir! Patronu büyüten değil, yurttaşı doyuran, emekçiyi hak ettiğine inandıran, yurttaşın yaşamın içinde olduğuna inandıran düzen gereklidir çünkü!
Savurganlıkların yerine üretimin/ sofranın/ insanın verimi konuşulmalı başta. Emekçinin yaşadıklarını umursamayanlar, çocukların geleceğini karartırlar! Uyanılan her sabahı başkalaştırsalar da, sonucu engelleyemezler! Türk-İş’in bugün yaptığı da budur! Emekçinin yaşamı zaten zordu, ancak sendikanın oyalama alanı kalmadı artık! Bugün, yıllar önce yapılması gerekenler için düğmeye bastı! Sonucu birlikte göreceğiz!