"Nesneler, akan suya benzer; dokunduğun an, artık o su, bu su değildir.
Bu yüzden olsa gerek; bilgeliğin yolu, durağanlıktan değil, akışın farkından geçer.
Görür gibi olur insan, ama görmez; göz de değişir, görülen de.
Söylerim sanır, ama söyleyemez, çünkü söyleyen de değişir, söylenen de.
Sadece bilge kavrar durduraksızlığı, o yüzden sessizce seyre dalar.
Bilge için, bilmek, her zaman geç kalmaktır bilgiye.
Bilir ki, sadece bilgisizler yürüdüğünü sanır aynı nehirde."-Hasan Aydın (1).
Felsefe ?
Evrensel sorulara (varlık, bilgi, ahlak, adalet) akıl ve eleştirel düşünceyle yanıt arayan...
İnsanlığın anlam arayışını sistematik bir sorgulamaya dönüştüren, bilim, sanat ve dinle diyalog kurarak birey ve toplumu aydınlatan...
Günümüzde modern yaşamın karmaşık sorunlarına (teknoloji, etik, çevre) rehberlik eden, bireyin özgür düşünmesini, toplumsal dönüşümü anlamasını sağlayan...
Ve,
Küreselleşen dijital çağda, eleştirel düşüncenin pusulası olarak değerini hep koruyan bir disiplin: Felsefe...
Peki, Felsefeden Feyz Alınıyor mu?
Cumhuriyetin kuruluşundaki akılcı ve aydınlanmacı felsefe, eğitim ve hukuk reformlarında etkili olmuş ise de pragmatizm ve kısa vadeli politikalar maalesef felsefi derinliği gölgede bıraksa da; etik, adalet ve insan hakları gibi felsefi kavramlar, iyi yönetimin temelini oluşturur diyelim.
İdareciler, felsefenin sunduğu uzun vadeli vizyon ve eleştirel bakış açısını daha fazla içselleştirirse toplumun ortak iyiliği için daha sağlam kararlar alabilir umudunu da taşımamız gerekir.
1-"Akıl, dinin rehberidir.” – Farabi
İslam Felsefesi ve Din Felsefesi: Aklın Vahiy ile Dansı
İslam felsefesi, Türk düşüncesinde derin bir iz bırakmış, Farabi’nin erdemli şehir ütopyasından Gazali’nin akıl-vahiy dengesine kadar. Klasik İslam düşünürlerini modern dünyaya taşımışlar, akıl ve inanç arasında bir köprü kurarak, dinin felsefi sorgulamayla zenginleşeceğini savunmuşlar.Moderniteyle yüzleşen İslam’ı, evrensel sorulara yanıt arayan bir felsefe olarak yeniden yorumlamışlar...
Türk-İslam sentezini, hem tarihsel hem çağdaş bağlamda ele alarak; dinin, akıl ve etikle diyalog içinde olduğunu göstermişler, ki bu düşünürler, felsefenin, bireyin manevi ve entelektüel yolculuğunu aydınlattığını ispatlamışlar;
*İlkçağdan İslam felsefesine uzanan bir bilge olarak, “İlkçağ Felsefe Tarihi” ile Antik Yunan’ı, Farabi ile İslam’ı buluşturan Ahmet Arslan ...
*Molla Sadra’nın varoluşunu Heidegger’le tartan bir düşünür olarak,İslam felsefesini evrensel bir dile taşıyan Alparslan Açıkgenç...
*Gazzali’yi modernize eden bir akademisyen ve akıl, bilim ve dinin uyumunu savunan Hasan Aydın (1)...
*Farabi’nin tanrı kanıtlarını günümüze taşıyan bir isim, ki Türk-İslam düşüncesine derinlik katan İlhan Kutluer...
*“Din Felsefesi” ile inancı akılla yoğurmuş, duayen Mehmet Aydın...
*Farabi ve İbn-i Sina’nın izinde ve din ve akıl sentezini Türk felsefesine işleyen Nihat Keklik..*İnancın akılla anlam kazandığını savunan bir düşünür olarak Türk-İslam mirasını modernize eden Selçuk Eraydın...
*Mistik bilginin akılla dansını yazan, İslam hümanizmini çağdaş dünyaya sunan bir akademisyen Şahin Filiz,(2)...
*Akıl, vahiy ve etik üçgeninde gezinen, inancı eleştirel düşünceyle güçlendirdiren akademisyen Tahir Uluç...
* Fakhr al-Din al-Razi’nin izinde, eleştirel aklı dinin kalbine yerleştiren felsefecimiz Yasin Ceylan,(3)...
*İslam’ın moderniteyle uzlaşabileceğini göstermiş ve din ve kültür diyalogunu savunan Yümni Sezen...
2-"Mantık, düşüncenin disiplinidir.” – Teo Grünberg
Bilim Felsefesi ve Mantık: Aklın Keskin Kılıcı
Cumhuriyetin akılcı ruhunu yansıtan bu grup, bilimin doğasını, yöntemlerini ve sınırlarını sorgulamış, dogmalardan arınmış, eleştirel bir düşünceyi savunmuş;"Mantık, düşüncenin tutarlılık aracı,bilim ise hakikate ulaşmanın en güvenilir yoludur."
Bilimi felsefi bir mercekle ele almışlar ve Türkiye’de rasyonel düşüncenin kökleşmesini sağlamışlar yani bilim ve felsefenin birbirini beslediğini göstermişler;
*Bilimle aşkı buluşturan mühendis-felsefeci olarak bilginin sınırlarını sorgulayan Ahmet İnan...
*Bilimin akılcı sesi,“Bilim Felsefesi” ile dogmalara meydan okuyan Cemal Yıldırım...
*Akıl ve eleştiriyi bilimin temeline koyarak rasyonelliği yaygınlaştıran Hüseyin Batuhan...
*Türk-İslam bilim mirasını felsefeyle buluşturup, bilimin kökenlerini araştıran Hüseyin Gazi Topdemir...
*Beynin sırlarını felsefeyle çözen bir cerrah ve Nörofelsefenin öncüsü İsmail Hakkı Aydın...
*Pozitivizmin Türk elçisi olarak Bilimi hakikat yoluna adayan Nusret Hızır...
*Mantığın efendisi olarak analitik felsefeyi Türkiye’ye taşıyan Teo Grünberg.
*Akıl ve sezgiyi bilimde birleştiren bir mühendis, felsefeyle bilimi kucaklamış Zekai Şen...
3.“İnsan, değer yaratan bir varlıktır.” – Uluğ Nutku
Etik ve İnsan Felsefesi: İnsanın Değer Arayışı
Ahlakın birey ve toplum arasındaki bağları güçlendirdiğini savunan, İnsan hakları, özgürlük ve sorumluluğu felsefenin merkezine alan, İnsanın varoluşsal yolculuğunun, anlam arayışı ve etik değerlerle şekillendiğini,modern yaşamın kaosunda, teknoloji ve küreselleşmenin yarattığı etik ikilemlerine yanıt arayan grup...
Felsefenin, bireyin kendini gerçekleştirmesine rehberlik ettiğini; insan onurunun korunmasının ahlaki bir görev olduğunu vurguladılar. Türkiye’de insan merkezli bir düşünceyi kökleştirdiler; etik, yaşamın pusulası oldu.
Kimler var?
*Ahmet Cevizci,Felsefeyi halka taşıyan bir kalem ve“Felsefe Sözlüğü” ile etiği sadeleştirmiş...
*Ahmet İnam, aşkın metafiziğini yazıp etiği duyguyla buluşturmuş...
*Betül Çotuksöken, İnsan haklarının felsefi savunucusu ve çocuklara felsefeyi sevdirmiş...
*İoanna Kuçuradi, insanın onurunu etikle koruyan "İnsan hakları felsefesinin" kraliçesi.
*Nermi Uygur,özgürlüğün düşünceyle kazanıldığını yazmış ve insan ruhunu felsefeyle kucaklamış...
*Niyazi Öktem ise adaletin ahlaki sesi olarak hukuk ve etik arasında köprü kuruyor...
*Takiyettin Mengüşoğlu, insanın eylemlerle var olduğunu savunan "Antropolojik" felsefenin öncüsü.
*Uluğ Nutku... O,değer yaratan insanın peşinde, etik ve fenomenolojiyi buluşturan kişi...
*Ülker Gürkan; Değerlerin insan varoluşunu şekillendirdiğini yazmış, ki etikle yaşamı aydınlatmış...
4.Dil, düşüncenin evidir.” – Macit Gökberk
Dil Felsefesi ve Kültür: Kelimelerin Büyüsü
Dil, düşüncenin aynası, kültür ise toplumun ruhudur.Bu grup, dilin düşünceyi nasıl şekillendirdiğini, anlamı nasıl inşa ettiğini sorguluyor ; Kelimeler, insan deneyiminin taşıyıcısı, kültür ise bir milletin kimlik hazinesiydi.
Türkçe felsefe dilinin gelişmesi için çalışan, kavramların sadeleşmesini savunan, Kültür felsefesinde, Türk toplumunun gelenek ve modernite arasındaki dansını inceleyen bu grup; Felsefenin, dil ve kültürle birey-toplum bağını güçlendirdiğini göstermişler ve Türkiye’de düşüncenin kelimelerle özgürleştiğini kanıtlamışlar.
Denir ki;
*Bedia Akarsu, dilin düşünceyle dansını yazdı, Türkçe felsefe dilini zenginleştirdi.
*Doğan Özlem, kültürün anlam dünyasını inşa ettiğini savundu. Dilin büyüsüne kapıldı.
*Macit Gökberk mi? O, dilin düşüncenin evi olduğunu yazarak Türk Dil Kurumu’nda iz bıraktı...
*Nermi Uygur, dilin özgürlükle bağını keşfetmiş, “Dil’in Gücü” ile kalpleri fethetmiş...
*Nejat Veziroğlu; Düşüncenin dilin sınırlarında şekillendiğini savundu. Analitik felsefenin sessiz kahramanı...
Atatürk'den;“Türk dili, Türk milletinin kalbidir.”
5.Geçmiş, bugünün aynasıdır.” – Hilmi Ziya Ülken
"Felsefe Tarihi ve Düşünce Tarihi", Geçmişin Işığı ve insan aklının bir serüveni mi?
Antik Yunan’dan Aydınlanma’ya, Batı’dan Doğu’ya düşüncenin evrimini incelemişler ve Felsefenin evrensel sorulara (varlık, bilgi, ahlak) yanıt arayışını sistematik bir şekilde sunmuşlar.
Türk düşünce tarihini, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir çizgide ele alıp, Felsefenin, geçmişten öğrenerek bugünü aydınlattığını Türkçe felsefi eserler ve çevirilerle, düşüncenin herkes için erişilebilir olmasını sağlamışlar, ki işte Türkiye’de entelektüel bilincin uyanışına öncülük edenler;
*Antik Yunan’dan İslam felsefesine uzanan yolda “Felsefe Tarihi” ile iz bırakan Ahmet Arslan...
*Felsefeyi halka sevdiren, “Felsefe Sözlüğü” ile kavramları aydınlatan Ahmet Cevizci...
*Hilmi Ziya Ülken, Doğu-Batı sentezinin mimarı olarak Türk düşüncesini tarihle yazmış...
*Macit Gökberk,Batı felsefesinin Türk elçisi, ki Dil ve düşünce tarihine katkı sunmuş...
*Orhan Hançerlioğlu, Felsefeyi sokağa taşıyan bir yazar ve “Felsefe Sözlüğü” ile herkesin düşünürü...
Atatürk’ün Sözü: “Tarihini bilmeyen milletler, yolunu şaşırır.”
...
6."Kültür, milletin kimliğidir.” – Erol Güngör
Modernleşme,gelenekle gelecek arasında, Türk toplumunun en büyük sınavı...
Bu grup, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin felsefi dinamiklerini incelemiş; Kültür, toplumun kimlik hazinesi, modernleşme ise gelenekle yenilik arasında bilinçli bir sentez...
Toplumun din, ideoloji ve kültürle dönüştüğünü savunmuşlar,Türk modernleşmesini, Batı’yı taklitte değil, yerel değerlerle uyumlu bir süreç olarak görmüşler. Felsefe, toplumsal değişimi anlamlı kılarken, kültürün ise milletin ruhunu koruduğunu göstermişler.
İşte, Türkiye’nin modernleşme serüvenine ışık tutanlar;
*Baha Tevfik, Pozitivizmin genç sesi olarak Osmanlı modernleşmesine akıl tohumları ekmiş, otuzlu yaşlarda kaybettik.
*Doğan Özlem, kültürün toplumun ruhu olduğunu yazmış,modernleşmeyi anlamla buluşturmuş...
*Erol Güngör mü? Türk kültürünün kalbi... Milliyetçiliği kültürel bir felsefeyle yoğurmuş...
*Hilmi Ziya Ülken: Doğu-Batı sentezinin öncüsü ve modernleşmeyi kültürle aydınlatmış...
*Mümtaz Turhan ise değişimin bilinçli yolcusu, ki modernleşmeyi planla savunmuş...
*Şerif Mardin... Türk modernleşmesinin analisti. Din ve ideolojiyle toplumu okumuş...
*Yümni Sezen, İslam’ın moderniteyle uzlaştığını savunarak, toplumun kültürle olan yolculuğunu yazmış...
Atatürk’den; “Medeniyet yolunda başarı, yeniliktedir.”
7.“İnsan, varlığını eylemleriyle tanımlar.” – Takiyettin Mengüşoğlu
Fenomenoloji ve Varlık Felsefesi: Varlığın Derin Sorgusu
Varlık, felsefenin en kadim sorusu...
Bu grup, fenomenolojiyle bilincin ve nesnelerin yapısını; ontolojiyle evrenin ve insanın varoluşunu sorgulamışlar...
Husserl ve Heidegger’ın izinde, insan deneyiminin özünü aramışlar, insanın, eylemleri, değerleri ve özgürlüğüyle kendini var ettiğini savunmuşlar.
Felsefenin, bireyin anlam arayışına rehber; varlığın ise düşünceyle anlam kazanan bir sır olduğunu göstermişler.
Türkiye’de fenomenolojiyi modern bir çerçeveye oturttular; varoluşun derinliklerine daldılar;
*Arda Denkel, nesnenin nitelikle var olduğunu yazan Ontolojinin analitik sesi...
*Cengiz Çakmak, bilincin fenomenolojik yolculuğunu yazıp modern felsefeyi Türkiye’ne taşımış...
*Takiyettin Mengüşoğlu...İnsanın eylemlerle varoluşu. Antropolojik felsefenin öncüsü...
*Uluğ Nutku, değerle var olan insan, yani Fenomenoloji ve etiği birleştirmiş...
“İnsan, düşünen bir varlıktır.”
8."Eğitim, milletin özgürleşmesidir.” – Hasan Âli Yücel
"Eğitim Felsefesi ve Toplumsal Aydınlanma" bilginin özgürleştirici gücüdür, ki belki de dünümüz, bugünümüz ve yarınımız olan mesele budur, ne dersiniz?
Eğitim, Cumhuriyet’in temel taşıyıdı. Bu grup, felsefenin eğitimle toplumu dönüştürdüğünü savundu. Köy Enstitüleri’den Dil Devrimi’ne, akılcı ve modern bir eğitim sistemi önerdiler, ki bireyin eleştirel düşünce, ahlak ve özgürlük kapasitesini geliştirdiler.
Aydınlanma, bireyin dogmalardan kurtuluşu, eğitim ise toplumsal eşitliğin anahtarıydı...
Türkçe felsefi eğitimin yaygınlaşmasını sağladılar; felsefenin, halkı bilgiye ve özgürlüğe taşıdığını gösterdiler, ki işte Türkiye’nin entelektüel uyanışına öncülük edenler;
*Hasan Âli Yücel...O, Köy Enstitüleri’nin mimarı. Eğitimi, laik ve hümanist bir felsefeyle halka adayan kişi...
*Nurettin Topçu,eğitimi ahlaki bir yolculuk olarak gördü ve " İdealist" bir maarif davası yazdı.
*Nusret Hızır'da "Akılcı" eğitimi savunan bir pozitivist. Eğitimi bilimin felsefiyle buluşması sayan...
*Bedia Akarsu için eğitim, özgür düşüncenin temeli...Türkçe felsefe dilini eğitimle güçlendirmiş...
*Hilmi Ziya Ülken için eğitim ise modernleşmenin köprüsü.
*İsmail Hakkı Tonguç, ki Köy Enstitüleri’nin uygulayıcısı ve eğitimi kırsala eşitlik ve özgürlük olarak sunan değerlerden...
Atatürk’ün Sözü: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı bir toplum haline getirir ya da esaret ve sefalete terk eder.”
9."Düşünce, edebiyatın kanatlarında uçar.” – Cemil Meriç
Edebiyat ve Felsefe Kesişimi: Kelimelerle Varoluş
Edebiyat, felsefenin duygusal yansıması mı?
Bu grup, roman, deneme ve şiirle felsefi soruları var; varlık, kimlik ve aşkı edebiyatın büyüsüyle ele alıp "Akademik" felsefenin sınırlarını aşarak, düşünceyi halka ulaştırmışlar. Türk düşüncesinin Doğudan-Batılı sentezini, edebi eserlerle sorgulamışlar.
Felsefenin, edebiyatla insan ruhuna dokunduğunu, kelimelerinse varoluşun derinliklerini aydınlattığını göstermişler. Türkiye’de düşüncenin edebi bir yolculuğuna öncülük ettiler;
*Bilge Karasu...O,"Varoluşun romancısı". Roman ve denemelerinde felsefi derinlik arayan...
*Cemil Meriç, Türk düşüncesinin asi kalemi olarak “Bu Ülke” ile felsefi ve kültürel bir sentez yazmış...
*Neyzen Tevfik...Şairin felsefi isyanı, ki şiirinde ve hayatında özgürlüğü felsefe yapmış...
*Nurullah Ataç, ki "Denemenin düşünceyle dansı". Edebiyatla felsefi bir ufuk açmış...
*Oruç Aruoba'da "Felsefi denemenin" şairi. Kelimelerle varoluşu sorgulayan ...
*Tahir Musa Ceylan ise " Romanla felsefeyi buluşturan" yazar. İnsan hikayelerinde derinlik aramış...
10."Netlik, felsefenin gücüdür.” – İlham Dilman
Analitik Felsefe,düşüncenin netliği mi?
Düşüncenin berraklığını arayan bu grup, Wittgenstein’ın dil oyunlarından zihin felsefesine, düşüncenin mantıksal ve dilbilgisel yapısını incelemiş,felsefenin, net ve sistematik bir disiplin olduğunu savunmuşlar yani kavramların açıklığa kavuşmasını hedeflemişler.
Bilimsel felsefeyle kesişen bu yaklaşım, bilginin, dilin ve zihnin sınırlarını sorguluyor, ki Türkiye’de analitik düşüncenin tohumlarını atarak; felsefenin, evrensel ve eleştirel bir yöntemle hakikate yaklaştığını göstermişler;
*İlham Dilman,Wittgenstein’ın Türk öğrencisi olarak "Analitik" felsefeyi dünya sahnesine taşımış...
*Murat Baç, zihin felsefesinin çağdaş sesi ve Analitik düşünceyi Türkiye’ye getirmiş...
Atatürk’ün Sözü: “Akıl ve bilim, insanlığın rehberidir.”
...
11."Adalet, ahlakın temelidir.” – Adnan Güriz
Adaletin Felsefi Temelleri;
Hukuk felsefesi, adaletin ahlaki ve felsefi köklerini de aradı, ki bu grup, hukukun etik temellerini, birey ve toplum arasındaki bağları sorgular; Adalet, özgürlük ve eşitlik, hukukun felsefi hedefleriydi.
Modern hukuk sistemlerinin, insan onurunu koruma sorumluluğunu vurgulayıp, felsefenin, hukuku ahlaki bir normla zenginleştirdiğini savunmuşlar; hukuk ve demokrasinin felsefi bir vizyonunu sunuyorlar, ki Türkiye’de hukuk düşüncesinin etikleşmesine katkı vermişler;
*Adnan Güriz, Hukukun felsefi sesi, ki adaletin etik temellerini sorgulamış...
Atatürk’ün Sözü: “Adalet, bir toplumun temel taşıdır.”
...
12."Toplum, düşünceyle yeniden şekillenir.” – İdris Küçükömer
Sosyal Felsefe: Toplumun Dönüşüm Sorgusu hakkında,toplumun dinamiklerini sorgulayan grup, Marksist ve eleştirel bir bakış açısıyla; toplum, ekonomi ve birey ilişkisini analiz etmiş.
Türk toplumunun modernleşme, yabancılaşma ve ideolojik dönüşümünü ele almışlar. Felsefenin, toplumsal değişimi anlamlı ve adil kıldığını savunup, sosyal eşitlik ve özgürlük için felsefi bir çerçeve sunmuşlar. Türkiye’de toplumsal düşüncenin eleştirel bir felsefeyle zenginleşmesini sağladılar;
*Selahattın Hilav, "Marksist" felsefenin sesi. Toplumu eleştirel bir gözle okumuş...
*İdris Küçükömer,“Düzenin Yığılaşması” ile toplumu sorgulayan Toplum felsefesinin cesur kalemi...
*Kadir Cangızbay ise Toplumun felsefi analisti olarak modernleşmeyi eleştirmiş...
Atatürk’ün Sözü: “Bir millet, ancak birlikle yükselir.”
13."Yaşam, felsefenin yeni ufkudur.” – Teoman Duralı
Biyoloji Felsefesi: Yaşamın Felsefi Sınırları
Biyoloji felsefesi grubu yaşamın anlamını sorgulamiş... Biyolojik bilimlerin felsefi sorulara (evrim, bilinç, insan doğası) nasıl yanıt verdiğini incelemiş. İnsan, doğanın bir parçasıdır ve yaşam, felsefenin bilimle buluştuğu bir sırdır, demişler..
Türk düşüncesini, biyolojik ve felsefi bir perspektiflerle zenginleştirmişler.
Felsefenin, modern bilimle insanın varoluşunu aydınlattığını savunarak yaşamın felsefi derinliklerini keşfetmişler;
*Teoman Duralı için Biyolojinin felsefi ozanı diyorlar.Türk düşüncesini yaşamla buluşturmuş.
Atatürk’ün Sözü: “Bilim, insanlığın en büyük rehberidir.”
...
Sonsöz: Düşüncenin Sonsuz Yolculuğu
Türk felsefesi, akıl ve gönül arasında bir köprü kurarak, geçmişten geleceğe uzanan bir miras inşa etmiş, Farabi’nin erdemli şehrinden Cemil Meriç’in asi kalemine, bu toprakların düşünürleri, insanın varoluşsal sorularına cesur yanıtlar aramış ve demişler ki ; Felsefe, sadece akademik bir disiplin değil; bireyin özgürleşmesi, toplumun aydınlanması ve kültürün zenginleşmesi için bir pusuladır.
Günümüzde, bu miras, sadece idarecilere değil hepimize sorumluluk yüklüyor, diye düşünüyorum.
Aklı rehber edinerek, etik ve adaletle yoğrulmuş bir geleceği birlikte inşa etmek için Türk felsefesinin ışığının bize yol göstermeye devam edeceğini bilerek ve inanarak;
Hasan Aydın diyor ki(1);
"Bilim, felsefe, toplumsal teori... Hepsi aynı yöne işaret ediyor: Öz diye düşündüğümüz şey, çoğu zaman kendi düşünce alışkanlıklarımızın bir yansıması. Belki de öz aramak, anlamaya değil, kontrol etmeye yönelik bir refleks. Ama evrim bize başka bir şey öğretiyor: Değişebilirlik, hayatta kalmanın, anlamın ve özgürlüğün temel koşuludur.
Sonuçta şunu söyleyebilirim: Özcülük, değişen bir dünyayı sabitleme arzusudur. Ama gerçeklik sabit değil. O değişiyor, akıyor, dönüşüyor. Ve felsefe, bu akışa açık kaldığında, hem hakikate hem özgürlüğe daha yakın bir yerde durabiliyor."
Sadık Çelik'ten bir alıntı ile devam edelim,(4);
"Görmenin ve anlamanın göreceli olduğu bir dünyada hakikati kim belirler?
Hakikat dediğimiz şey, çoğu zaman çıplak bir gerçek değil, üzerine binlerce anlam yapıştırılmış bir görüntüdür. Çoğu zaman bize gösterilmek istenenle, bizim görmekten memnun olduğumuzun kesişiminden ibarettir.
O halde herkesten önce kendimize, “nasıl görüyoruz?”, “neye göre böyle görüyoruz?” diye sorabilmeliyiz. Çağın bu görsel kalabalığında gerçeğe ulaşmak için gözümüze değil, zihnimize dönmeliyiz:
Ben neye bakıyorum?
Neyi görmeye razıyım?
Neyi görmemeyi seçiyorum?
Görüntüye değil, anlamın nerede üretildiğine bakmak… Çünkü göz görür doğru ama bugün hakikati ancak zihinsel bir çabayla fark edebiliriz.
Bakmak kolaydır. Görmek zaman, anlamak cesaret ister. Hakikati seçmek ise çoğu zaman kalabalıktan kopmayı, bedel ödemeyi ve konforlu yalanlardan vazgeçmeyi göze almaktır."
Değerli okurlar,
İsterseniz isimlerimizden başlayalım mı? Süleyman Çelik 'in dediği gibi (5);
"Türk Tarihine baktığımızda ulusal kültürün egemen olduğu dönemlerde çocuklara Türk adlarının verildiğini, uzaklaşıldığında ise özünden koparak yozlaşıldığını; bunun çocuklara verilen adlara da yansıdığını ve bu durumun çöküşle sonuçlandığını görüyoruz.
Orhun Anıtlarında “Türk beyleri Türk adını bıraktı, Çince adlar alıp Çin kağanına bağlandı” diye sitem edilmektedir…"diyerek tarihten örnekler veriyor;
"Selçukluların kuruluş döneminde Selçuk, Tuğrul, Çağrı, Kılıç Arslan, Alparslan ismi verilirken Fars kültür emperyalizminin etkisine girdikten sonra yozlaştılar. Çöküş dönemindeki adlar bunu göstermektedirler.: Keyhüsrev, Keykavus, Keykubat…
Osmanlı’nın kuruluş dönemindeki adlar: Ertuğrul, Ataman, Korkut, Orhan iken Arap kültür emperyalizminin etkisine girdikten sonra yozlaştılar. Çöküş dönemindeki adlar bunu yansıtmaktadır: Abdülmecid, Abdülaziz, Abdülhamid, Vahidettin…
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında çocuklara verilen adlar: Teoman, Mete, Tuğrul, Ertuğrul, Altay, Türker, Arıkan, Ayhan, İlhan, Bora, Atalay, Okan, Erkin, Doruk, Umay, Ülkü, Gökçen, Özden..
Günümüzde verilen adlar: Atatürk’ten sonra emperyalistlere teslim olunca ulusal eğitimden uzaklaşıldı. Yabancı dilde eğitim verilen okullar aracılığı ile Batı kültür emperyalizminin, imam-hatip okulları ile tarikat/cemaat medreseleri aracılığı ile de Arap kültür emperyalizminin etkisine girildi. Başta televizyon olmak üzere medya, sinema, müzik vd. yollardan da yabancı kültür bombardımanına uğrayan toplumda insanlar özünden uzaklaşarak yozlaştılar. Sonuçta kimlik bunalımı oluştu ve bu çocuklara verilen adlara da yansıdı.
Günümüzde bir kesimin çocuklarına resmen Avrupalı (Frenk) adları verdiğini görüyoruz. Örneğin, artık Lina, Aleks, Sasha, Mia, Ares, Oliver, Emili, Leo, Milla, Kayla, Adara, Nora, Elena gibi adlar yaygınlaştı…
Arap kültür emperyalizminin etkisine girenler ise Ahmet, Mehmet, Süleyman, Ali, Osman gibi, yüz yıllarca kullanıldığı için özümsenmiş, fonetik olarak Türkçeleştirilmiş Arap adlarını değil, “Kuran Adı” diyerek Kuran’da geçen, anlamını bilmedikleri sözcükleri çocuklarına ad olarak veriyorlar. Örneğin, Yuled, Yelüd, Sefamerve, Selase, Büşra, Berra, Buğlem, Ceylin, Ecrin, Eflin, Efra, Esila, İkra, Isra, Lara, Lina… Ne dersiniz?. Çöküş Dönemine mi Girdik? " diye de soruyor.
Gerçekten çöküş döneminde miyiz?
Hepimizin bir görevi ve sorumluluğu yok mudur?
Unutmayalım ki;
“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerle yükselir bir millet.”-Atatürk
Suat Umutlu
12 Haziran 2o25
Not;Atatürk'ün izinde, Cumhuriyetin bekçileri olarak,görev ve sorumluluk bilinciyle, "Dış'ın Düş'ü, İç'in Gücü "diyerek biraraya gelen , "Düşünenlerin Düşüncesi"PLATFORM 'un değerli akademisyenlerine teşekkür ederim.
(1)Prof. Dr. Hasan Aydın, 1971’de Ordu, Ünye...Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi.
Mitostan Logosa Eski Yunan Felsefesinde Aşk adlı eserinde, aşk kavramını felsefi ve edebi bir bağlamda ele almıştır. Kitapta, Eski Yunan’daki aşk anlayışını şiirsel bir dille değil, akademik bir üslupla incelemiştir. Örnek bir alıntı:
“Aşk, Eski Yunan’da mitostan logosa geçişte, hem ilahi hem insanî bir kavram olarak düşünceyi şekillendirmiştir.”
https://www.facebook.com/share/p/1C4w5hM2iY/
https://www.facebook.com/share/p/1L3oNAKULt/
(2)Prof. Dr. Şahin Filiz, Akdeniz Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesidir.
Akademik Akıl gibi platformlarda güncel konuları felsefi açıdan ele alan yazılar kaleme almaktadır. Yunus Emre’nin toplumsal etkileri üzerine yazdığı bir denemede, onun şiirlerini ve felsefi derinliğini analiz etmiştir. Örnek olarak, Yunus Emre’nin dizelerine atıfta bulunduğu bir alıntı:
“Yunus Emre’nin şiirleri, toplumsal yapıyı sevgi ve hoşgörüyle yoğurur.”
Felsefe ve İnsan programında felsefi konuları halka anlaşılır bir şekilde aktarmaktadır.
Şahin Filiz,Veryansın TV’de köşe yazıları yazmaktadır , Yazılarında felsefi bakış açısıyla güncel, toplumsal ve kültürel meseleleri ele alır.
(3)Prof. Dr. Yasin Ceylan, 1950 Şanlıurfa,
Din-bilim ilişkileri ve çağdaş felsefi sorunlar üzerine makaleler yazmıştır, özellikle İslam felsefesi ve deizm üzerine yazdığı yazılarda, felsefi bir üslup kullanır. Örneğin, bir makalesinde şu ifadeyi kullanmıştır:
“Felsefe hakikatin peşindedir, inanç sisteminde ise hakikat aranmaz.”
“Fiziksel bir nesne ile ilgili bilgimiz, yetilerimizin sınırları sebebiyle kısmi ve eksik ise, bütün evrenin gerisindeki Yüce Varlık hakkındaki bilgilerimizin O’nu tümüyle yansıtması mümkün değildir.”
(4) Sadık Çelik,Sivas Divriği...Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi.Yüksek lisans eğitimine İstanbul Üniversite’si İktisat Fakültesi’nde İşletme İktisadı konusunda devam etti.Halen Cumhuriyet Gazetesi, Oda TV, Muhalif sitesinde köşe yazarı.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/sadik-celik/gormenin-ve-anlamanin-goreceli-oldugu-bir-dunyada-hakikati-kim-belirler-2408591
(5) Prof.Dr.Süleyman Çelik . Malatya, Hekimhan...AÜ Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji...GATA ve 19 Mayıs Üniversitesi öğretim üyeliği.
https://www.facebook.com/share/p/1YdzxJg2zF/