“Kendine zincir vuran ellerin, özgürlüğünü isteyen ellerle aynı olduğunu fark et.”
Halil Cibran
*
Değerli Okurlar,
Önceki yazılarımızda üret(e)meyen bir milleti¹ ve çocuklarını zincire vuran bir toplumu² konuşmuştuk. Bu yazıda ise Halil Cibran’ın³ en keskin oklarından biriyle yüzleşiyoruz:
“Yazık o millete ki, liderleri çobandır, halkı ise koyun.”
Bu cümle, genellikle az gelişmiş ülkeler için acımasız bir aynadır. Zira bir çoban arayışı içinde sürü olmayı baştan kabullenmişlerdir ki,
en acısı, bu "koyunluğun" zamanla "sadakat" veya "tek yürek olmak" gibi kavramlarla pazarlanan bir kültür hâline getirilmesidir.
Bu nedenle Cibran’ın uyarısına bir devlet eleştirisi değil zihniyet eleştirisidir diyebiliriz.
*
Halil Cibran'ın "Kum ve Köpük" adlı eserinde; “çoban” korkuyla yöneten güç sahibi, “koyun” ise sorgulamayan, gönüllü itaat eden insandır.
Felsefi tespiti;
Asıl yoksulluk para değil, düşünce yoksulluğu; asıl esaret ise zincir değil, gönüllü itaattir...
Bu "çoban-koyun" metaforunu, "Ermiş" kitabındaki "Yönetenler" (The King) bölümünde derinleştiren Cibran, halkın "Yönetimden Söz Et" isteğine, acıma ve sevgi dolu bir ifadeyle, "sürü psikolojisi" nin temellerini açıklarken;
Yöneticiler, halkın zafiyetinin aynası mıdır?
Cibran'a göre "çoban"ın var olma nedeni, "koyun"ların kendi kendilerini yönetmekten (sürüden ayrılmaktan) korkmasıdır. Yöneticiler, bizim kendi sorumluluğumuzu almak istemeyişimizin bir yansıması yani sonucu oluyor.
Gönüllü kölelik mi?
"Siz, sizin yerinize karar vermesi için kralınızı kendiniz tahta çıkardınız." diyor. Bu, "Koyunlar çobanı seçer" fikriyle birebir örtüşüyor.
Gerçek yönetim, kendini yönetmek değil midir?
Ermiş'e göre gerçek yönetim, dışarıda bir kurtarıcı aramak değil, kendi içimizdeki "denizi" yönetmektir.
Cibran, kısaca "Sizler koyun değil, kralsınız. Kendi krallığınızın sorumluluğunu almadığınız sürece, dışarıdaki her çoban, sizin bu zafiyetinizden beslenecektir." diyor.
Daha ne desin ki!...
*
Cibran’ın felsefesinin, gündelik hayatımızda kanıksadığımız cümleler ve davranışlarda kendini ele verdiği ve her birinin de "koyunluğun" toplumsal şifreleri gibi olduğunu söyleyebiliriz.
Siyasette,
"Partimize sadakat en büyük erdemdir." anlayışı, oy vereni değil, sürüye sadık koyunu ödüllendiriyor. Siyaset, proje yarışından "kurtarıcı" arayışına dönmüş ve her seçim "son umut" sloganlarıyla geçerken her daim "kurtarıcıya" biat ederek zincirimizi örüyoruz.
Eğitimde,
"Çocuk fazla soru sormasın, verileni ezberlesin yeter." zihniyeti, geleceğin sorgulayan bireylerini değil, itaatkâr kitlelerini yetiştirir ki, "Neden?" diye soran çocuk, "sus, büyükler konuşuyor" diye neden susturulur? Biraz düşünelim mi?
Medyada,
Adeta emredilen bir komut var gibi...
"İzle, inan, paylaş."
Toplumsal hayatta,
"Aman devlete dokunma!", "Ağzını topla!", "Büyüklerine karşı gelme!" ve "Aman siyaset konuşmayalım" uyarıları, bireyin hak arama cesaretini daha en baştan yok eder gibi...
Bugün,
“Bana uy, ben bilirim” diyen her sesin bir çoban adayı ve korkuyu öğütleyen, sorgulamayı değil itaati isteyenler olduğunu bilsek dahi kâh korkudan kâh alışkanlıktan; “bari, biri bizi kurtarsın” hayaliyle peşlerine takılıyoruz.
Gönüllü itaatin kökleri derindir. Cibran'ın dediği gibi: "Bir millet, liderini tanrılaştırdığında, kendini köleleştirir."
Değerli okurlar,
Osmanlı’da “kul”, Cumhuriyet’te “vatandaş” olduk ama bir türlü “sorgulayan birey” olamadık. Her dönemde bir “büyük adam” bekledik. Osmanlı’da padişah, Cumhuriyet’te kurtarıcı, bugün “tek adam"...
Atatürk’ün dahi, “Milletim, beni anlamadı...” serzenişi, aslında lideri tanrılaştırıp, kendi sorumluluğumuzu ona yükleme eğilimimizin bir yansıması değil midir?
Bu bizim en kadim ve en yıkıcı hastalığımızdır: Lider kültü.
*
Peki, çıkış yolu nedir?
Cibran'ın cevabı net: “İnsan, sürüden ayrıldığında doğar.” Sürü, güvenli ama kördür; birey olmak ise tehlikeli ama özgür ve gören bir varoluştur.
Bu arada kulağımızda bir fısıltı: "Ama sürüden ayrılanı kurt kapar!"
Değerli okurlar,
Bu söz, çobanların koyunları korkutmak için ürettiği en güçlü argümanlardan... Elbette, sürüden ayrılan koyunu kurtun kapma ihtimali vardır, ama unutmayalım ki, sürüde kalanı çoban kesin olarak kırpar, sütünü sağar ve sonunda da keser.
Kurtun kapma ihtimali olan bir özgürlük, çobanın kesin olarak teslim aldığı bir kölelikten her zaman daha asil ve daha insanidir. Hatta, sürüden ayrılanlar bir araya geldiğinde bir sürü değil de bir "topluluk" (cemaat) oluştururlar ve aralarında da çoban yoktur, sadece birbirlerine yol gösteren rehberler vardır.
Cibran’ın da dediği gibi: "Gerçek lider yol gösterirken sahte lider (çoban) yolu kaybettirir." İhtiyaç, koyun değil “Neden?” diye sorabilen bireyler; çoban değil yol gösteren rehberler yetiştirmektir.
*
Değerli okurlar,
Yarın, bu topraklarda "kul" olmaktan "birey" olmaya uzanışımızın, gölgeden uzaklaşıp güneşe çıkışımızın 102. yıldönümü. Belki de "koyun" olmaktan kurtuluşun çağrısını, yeniden hatırlamamız gerekiyor.
"Cumhuriyet, özgürlük, insanca varlık yolu
Atatürk'ün çizdiği çağdaş uygarlık yolu.
Yılları bir çığ gibi aşarak hafta hafta
Koşuyoruz durmadan kadın-erkek bir safta
Elimizde meşale, ilke ilke Atatürk
Işıklarla donattık ülkeyi her tarafta"
İşte Cibran’ın aradığı "çıkış yolu" tam da budur ki;
O "meşale", "Neden?" diye soran aklın ve hakikat güneşinin ta kendisidir.
O "milli birlik", bir çobanın arkasında toplanan suskun bir sürü değil, "kadın-erkek bir safta, kol kola" yürüyen, sorgulayan, özgür bireylerin cemaatidir.
Ve,
Atatürk'ün çizdiği o "çağdaş uygarlık yolu";
Bir çobanın emri değil, aklı hür, vicdanı hür bireylere yapılmış bir rehberlik davetidir.
Cibran’ın uyarılarını yüreğimize yazalım mı?
Çoban değil rehber, koyun değil insan olalım ve
hiç kimseyi tanrılaştırmadan sorumluluğumuzu bilelim ve paylaşalım. "Evet efendim”cilikten kurtulup, “Neden?” diye soralım ki, gölgede değil, güneşte yaşayabilelim.
*
Unutmayalım ki, "Koyunlar çobanı takip eder; ama çoban koyunlardan korkar da..." Zira, çobanın gücü, koyunların sessizliğinden beslenir. Halk sustuğunda çobanın sesinin gür çıkacağını ama halk konuştuğunda hakikatin duyulacağını bilmelisiniz.
Bir milletin kurtuluşu, çobanın gölgesinde değil, halkın uyanışındadır ve her uyanış, bir kişinin “Ben artık koyun olmayacağım” demesiyle başlar.
Cibran,
“Yazık o millete ki, liderleri çobandır, halkı ise koyun.” dese de, en büyük yazık,
koyun olduğunu bilip hâlâ meler olanlara!…
Esasen bizim "koyunluk" dediğimiz bu toplumsal uyuşukluk hâli, "Öküzün trene baktığı gibi..." deyiminde de kendini göstermektedir. Zira, bu bakışta Cibran'ın eleştirdiği her şey var gibi...
"Tren" dediğimiz çağdaş uygarlık, bilim, değişim, hakikat vs. hızla geçerken, "öküz" yani sürü, sorgulamayı bırakan bireyler olan biteni idrak edemez halde...
Bu, pasif bir izleyiş midir? Ne trene binmeyi akıl eden ne de "Bu tren nereye gider?" diye soranın olmaması, olan biteni sadece seyretmesi...
Bu, anlamadığı, anlamlandıramadığı ve müdahil olamadığı bir gücün önünden geçip gidişine bakış değil midir?
Değerli okurlar,
İşte çobanın en sevdiği bakış budur. Zira, burada "Neden?" yoktur; sadece alışkanlık, sessizlik ve eylemsizlik vardır.
İtaatten özgürlüğe geçiş, insanlığın en zor yolculuğudur. Zira, itaat eden düşünmeyi, düşünmeyen ise insan olmayı terkeder ki,
aslında özgür olduğunu sandığı sürece köle, nedenleri bilmeye başladığında ise özgür olacağı kuşkusuzdur. Yoksa yaşadığımız hayat, başkalarının çizdiği bir yol olur. Şu gerçeği görmek gerekir:
Kendi zincirimizi takan da, kendi çobanımızı seçen de biziz.
Diyorum ki;
Ne koyun olalım, ne de öküz gibi bakalım, onlar gibi düşünelim;
René Descartes: “Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Albert Camus: “Başkaldırıyorum, öyleyse varım.”
Carl Jung: “Bir kimse kendi gölgesiyle yüzleşmeden özgürleşemez.”
Mevlânâ: “Kendi kandilini yakmayan, başkasının ışığında gölge olur.”
*
Suat Umutlu/28 Ekim 2025
Dipnotlar;
¹ Suat UMUTLU
https://www.turk360.tr/yazar/suat-umutlu/yazik-o-millete-ki1-258-kose-yazisi
² Suat UMUTLU
https://adanaulus.com/kose-yazilari/yazik_o_millete_ki_2-163752.html
³ Halil Cibran,1883-1931. Yazıları derin, lirik, mistik ve felsefidir. Aşk, özgürlük, maneviyat, ölüm, doğa, otoriteye başkaldırı, bireyin içsel yolculuğu ve toplumsal eleştiri temalarını işlerken, Doğu ve Batı felsefelerini, Hristiyan, İslam ve Sufi mistisizmini harmanlayarak evrensel bir mesaj sunan şair, ressam, düşünür...
Ermiş, Kum ve Köpük adlı eserleri var.