MAHALLENİN HIRSIZI BU KEZ DE MUHTAR ÇIKTI!
Manşet Haber 31.05.2021 23:11:05 0

MAHALLENİN HIRSIZI BU KEZ DE MUHTAR ÇIKTI!

MAHALLENİN HIRSIZI BU KEZ DE MUHTAR ÇIKTI!

27 Mayıs tarihli soL'da, Cumhuriyet Gazetesi'nden Hazal Ocak'ın, 4 yıldan bu yana Ukrayna'da yaşayan Ramazan Yılmaz'ın e-devlet şifresi üzerinden dolandırıldığını iddia eden avukatı İYİ Parti İslahiye İlçe Başkanı İbrahim Keskin'in şikayet dilekçesi üzerine yaptığı haber paylaşılmıştı.

Haberdeki olayın faili soruşturma sonucu ortaya çıkar mı bilmiyorum ama aynı yöntemle Adana'daki mahallenin yoksullarını soyan hırsızının muhtar olduğu, PTT'deki işbirlikçisi diğer devlet memuru ile birlikte 1 milyon 250 bin liralık vurgun yaptığı anlaşıldı.

Türkiye'deki 50 bin 278 mahalle ve köy muhtarından veya milyonlarca diğer kamu görevlisinden kaç tanesi bu ve benzeri hırsızlıkları yapıyor, kaç tanesi yakayı ele verdi şimdilik belli değil ama, mahallesindeki yoksulu soyan hırsıza karakoldan başlayarak emniyet ve adliyede kol kanat gerip, dosyasını 'takip eden' ve gerekli 'ehemmiyeti' gösteren mekanizmanın içinde siyasi partiler, belediye bürokratları, meclis üyeleri, belediye başkanları ile milletvekillerinin olduğu biliniyor, kanıksanmış durumda.

Bir ülke durmaksızın nasıl bu kadar çok suç, yolsuzluk, çürümüşlük ve namussuzluk üretebilir, bu konuda nesiller boyu nasıl bu kadar istikrarlı olabilir sorularının cevabını arayanlar kaldıysa eğer, bir kez de isimlere değil yapıya, sisteme odaklanmayı denesin. Önemli olan 'kim' veya 'nasıl' değil, 'neden' sorusudur.

Basit bir yaralanma ya da ağrı için gittiğiniz bir hastane acil servisinde doktor 'ne oldu, neden oldu?' sorularıyla hikayenizi dinlemeden uygulayacağı tedaviye karar vermez. Önce meseleyi anlamaya, tedavi için öncelikli olarak doğru teşhisi koymaya çalışır.

Zira, baş ağrısı için gelen hastasının tedavi için uygulayacağı ilaca karşı etkileşimi olup olmadığını sorup öğrenmeden müdahale eder ve bu ihtimal gerçekleşirse de başka bir ilaçla tedavi edebileceği hastasının sadece bu basit soruyu sormadığı için ölümüne yol açabilir.

Olguları açıklamaya çalışan ve bir yanıyla eylemsel (gözlem, deney, ölçüm), diğer yanıyla zihinsel (kavram, çıkarım, hipotez) bir etkinlik olarak olgudan kurama ya da kuramdan olguya giden bu yolu izlememizi öğreten ise bilimsel düşünce ve yöntemdir.

Merak ve amaçla beslenen, deney, gözlem ve düşünceyle gelişen bilimin bu yolculuğu, çoğu kez kişisel risk alan ve bedelini de canları ve kanlarıyla ödeyen öncülerin fedakarlıkları sayesinde oldu. Tarih, o bedelleri ve varılan aşamaları gelecek için bir veri olarak depolasa da biz tüm bu yaşananların sadece küçük birer parçasını kitap, film veya belgesellerde öğreniyor, onları zihnimizde ödüllendiriyor, kalbimizin en müstesna yerine yerleştiriyoruz.

Hal böyleyken, tanıklığını yaptığımız zaman dilimi içinde yaşananların nedenini sorgulamadan ve niçinini de gizleyerek edilen her söz, yapılan her tespit, varılan her sonuç, eğer bilgisizlik temelli değilse, kötü niyete dayanıyor.

Dolayısıyla, dünün bugünle bağını kopararak varılan sonuçlar hurafedir, magazindir, bebelere masaldır. Bir ülke, bir sistem, bir yapı, sürekli çürük elmalar üretiyorsa, insanların kafasını kumdan çıkartıp çürüklere ayrı ayrı değil, bir bütün olarak bu çürükleri üreten yapıya bakmaları gerekiyor demektir.

Yaşanılan büyük yıkımı Erdoğan, Binali Yıldırım, Sedat Peker, Mehmet Ağar, Alattin Çakıcı, Korkut Eken, Engin Alan, Metin Külünk, Veli Küçük, Süleyman Soylu, Berat Albayrak, Bilal Erdoğan, Cemaatler, tarikatlar, SADAT'lar, ayakkabı kutuları, 10 bin dolarlık milletvekilinin adı ve rüşvetçi bakan ile onun çantacısını bile Büyükelçi yapmasını, kendi bakanlığına mal satan bakanı koruması gibi isimlerle sınırlayanlar;

Sanayi yok edilip, tarım çökertildiği ve sıcak borç paraya mahkum edildiği için işsizlik ve açlığın kitleselleştiği, yoksulluğun yol açtığı sosyal problemlerin ülkeyi sardığı şu koşullarda, çöken ekonominin politik gerekçelerini sorgulamayıp, bunun yol açtığı sorunları da Erdoğan'ın üzerine yıkıp, yine ve yeniden başka bir isim ya da parti üzerinden zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan bu düzeni kurtarmaya çalışanlar, bu ülkeye;

Makam ve mevkisini korumak için adının önünde hangi sıfatı olursa olsun her gün yıkama yağlama yapanlardan daha az zarar vermiyorlar.

Bilakis, muhalif sıfatlarıyla yazarak ve konuşarak gerçeği örten, gizleyen veya saptıranlar ile bir yandan halkın umuduymuş gibi görünüp aslında bu kirli düzene rıza ve meşruiyet üreten siyasi parti ve yöneticileri de yoksul halkın vicdanında suçludurlar.

Bu suçu yargılamayı ve bu kirli düzenle hesaplaşmayı tarihe bırakmamalıyız. Hesaplaşmanın ilk adımı, doğru teşhisi koymaktır.

twitter takipçi satın al

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°