Manşet Haber 6.09.2020 11:28:21 0

'MASKE, SOSYAL ARALIK, TEMİZLİK' ANLAŞILDI MI?

'MASKE, SOSYAL ARALIK, TEMİZLİK' ANLAŞILDI MI?

Yurttaş Adana sıcağını yaşarken, bir yandan da iklimlemesi çalıştırılmayan toplu taşımadan yararlanması; sosyal aralık/ temizlik kuralı savsaklanarak salt “maske” konusuna uyulması sağlanmak istenmesi anlaşılmayacak bir olgu…


Dolmuşları bir yana bırakalım, Belediye otobüslerinde yaşananlar bile, akla uygun olacaklar değil!


Tekli koltuklar ard-arda sıralanmış…


Çift koltuklar, bir sonraki gelen yolcu ile doldurulmuş…


Koltuklar doluysa, araya “on kişi” alınmasına izin verilmiş…


Aracın her durup/ kalkışı sırasında ya korunmalıklardan tutulmuş, ya “aralığa” son verilmiş, ya dönüp/ bakışıp konuşulmuş…


Konu “maske” olunca da kavga/ karmaşa diz boyu…


***


Can sıkıcı biçimde, günün her saatinde karşımıza çıkan…


“Maske, sosyal aralık, temizlik” kurallarına uyulmasının zorunluluğu anlatılırken…


Daha “kent içi dolaşımı” ya çözülmedi, ya çözmek istenmiyor, ya da akılları karıştırmak için “çalışıyor” görünme çabası harcanıyor!


Bir maskeyi “günlerce” takanları biliyoruz; yola çıkıyor, işe gidiyor, kalabalığa karışıyor, Adana sıcağında terle ıslanıyor, rengi değişiyor…


Yıkanıp/ kurutulup “yeniden” kullanılıyor; korunmak bu mu?


***


Geçtiğimiz günlerde, kalabalık alanlardaki olguyu denetleme yetkisi verilen biri, “canıma mı susadım, kimseye bir şey söylemiyorum, takan takar/ takmayan takmaz” dediğinde aslında, yurttaşın yaşamıyla, kaygılarıyla ilgilenenin olmadığını “daha net” gördüm…


Bu denetleme yetkisi verilen kişi, iki asgari ücretten çok aylık alan, sözde aldığını yetiremeyen, sistemde “her şey” olduğunu ileri süren biri…


Bu ülkenin esnafından, emekçisinden, işçisinden, çiftçisinden, üreticisinden, bilim insanından, hukukçusundan toplanan vergilerle “kimler” var ediliyor böyle?


Bakan Koca, bir hafta öncesine değin açıkladığı “olgu sayısının” birçok odalarca tepkiyle karşılanması üzerine, birkaç gündür “birinci dalganın, ikinci doruğu” diye nitelediği durumu dile getirmeye başladı.


On gün içerisinde ne olmuştu da, hangi gelişmeler yaşanmıştı da, denetimde nasıl eksikler yapılmıştı da, bunlarla karşı karşıyaydık?


Yurttaşların kurullara uymaları konusunda, görevlendirilen “denetim yetkisi” olanların görevlerini savsaklamaları nasıl anlamlandırılacak?


***


Geçtiğimiz hafta oluşan orman yangınıyla birlikte; sonyazın ilk ayı eylül, yaz sıcaklarını aratacak değil, geride bırakacak biçimde sıcak/ bungun…


Bir de önümüzdeki ayların serinlemesiyle birlikte “daha da” yaygınlaşacağı öngörülen covis 19’un gerdiği/ önlem aldığı yüzler görmek istiyor herkes!


Aslında herkesin yanıtını bildiği, ancak söylemek istemediği soru şu:


Soğuk, sıcak, covid 19 kimleri düşündürüyor ki en çok?


Varsılı mı, yoksulu mu, açlık sınırı altında aylıkla geçimini sağlayanı mı, işsizi mi, düşündükleri söyletilmeyen akademisyeni mi, yüz metrekarelik evde tıkış/ tıkış yaşamlarını sürdürmek zorunda olanları mı, bahçeli/ havuzlu/ kamelyalı geniş evinde üç kişiyle daralanları mı, her dönem altına sığınmak için buldukları kanatların altında olta atanları mı; kimi?


***


“Soğuk, sıcak, covid 19” dar gelirli yurttaşın çabasını kısması anlamı taşımıyor!


Çabasız, uğraşsız ne yaşama tutunması olası, ne de yaşamını sürdürmesi…


Sokağa çıkmak, işine gitmek, uğraşını vermek, didinmek/ çalışmak zorunda gün boyunca…


Medyada cırtlak sesleriyle “yaşamımızı sürdüremiyoruz” diyen, “iktidarın” yürüdüğü dikenli yollarda dillere pelesenk olan “sanatlarını” konuşlandıran, yaşam biçimleriyle örtüşmemesine karşın omuzlarından taşımayı yeğleyenler için “soğuk, sıcak, covid 19” hem can yakıcı, hem can sıkıcı, hem de sokakları dolduranlar suçlu!


Belediye otobüsünde, işinde, sokakta “maske” takması zorlanan; ancak “sosyal aralık/ temizlik” bile bile savsaklanan bir durumda;


Zaten “denetme yetkisi verilenler de” adımlarca geride…


***


Olgu sayısının “gerçeği” yansıtmadığı, örnekler verilerek ileri sürülüyor! Toplu taşımada “maske” dışında kalan kurallar çiğneniyor! Turizm Bakanı, durmaksızın deniz kıyılarını dolduracak yabancı turistten söz ediyor! Denetim mekanizması işini savsaklıyor!


Bakan, önümüzdeki aylarda daha da “zor” günler yaşanacağını söylüyor!


Adana’nın sıcağı ile, bir de “maskeli” dolmuş ulaşımından yararlanmak…


Dar gelirli yurttaş için yaşam öyle zor ki, şu “üç günlük” dünya öyle karmaşık ki, gelecek öyle bilinmezliklere gebe ki; yaşananlar anlaşılmış değil gibi!


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°