Ne çok seviyoruz, gösterişi, şatafatı.

Ne çok seviyoruz, gösterişi, şatafatı.

 

Adımızı söylemeden önce ünvanımızı söylemek, “ben avukat Ahmet”,”ben doktor Kemal”demek.

Tv’ler de birzamanlar milletvekillerinin traji-komik “benim kim olduğumu biliyormusun” sözleri ne çok espri konusu yapılırdı.

Yıllar geçti, ama biz sadece bir arpa boyu yol aldık. Arpa da bilirsiniz boyca çok endamlı bir tohum değildir.

Siyaset uzun zamandır 4 parçalı bir halde. Ama aslında bu sadece görüntüde. Yok aslında birbirimizden farkımız, öz de aynıyız. Altyapısız, eğitimsiz, derinliksiz ve özgüvensiz.

Sözde demokrat, ilerici, sağcı, milliyetci, özgürlükcü ve dindarız ama öz de aynıyız.

Herhangi bir partiden vekil düşünün, rozetini çıkardığınız da onun hangi partiden olduğunu davranışlarına bakarak anlayabilir misiniz?

Konuştuğunuzda, siyasete girmeyip de sosyal ve kültürel konular üzerinde sohbet edin, anlayabilir misiniz karşınızda ki zatın hangi düşünce grubundan olduğunu??

Sanmıyorum....

O yüzden ki, devamlı kendimizi ifade etmeye, ne olduğumuzu karşı tarafın yanlış anlamasına mahal bırakmayacak şekilde önceden kendimiz açıklıyoruz. Yaşam içinde duruşumuz bizi ifade etmiyor çünkü.

Şu’cu, bu’cu olmak sadece bir şekilden ibaret. Kumaşımız maalesef hep aynı.

Kürdümüz, demokratımız, dincimiz milliyetcimiz hep aynıyız.

Sn Cumhurbaaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın saltanat düşkünlüğü 5000 korumalık gezileri hep eleştiri konusu olmuştur. Oysa çevremize dikkatli gözlerle baktığımız da ne çok aynı tarz insan var.

En dindar veya en ilerici geçinen bile piyangodan para çıksa kendine ilk defa yapacağı lüks bir araba almak değil mi?

Toplumsal zekamız ve kültürümüz henüz ilkokul öğrencisi seviyesinde.

Bir belediye başkanı düşünelim mesela?

Dolmuşla işine gidiyor, posta ve koruma denilen gereksiz kalabalık tutmuyor çevresinde ?

Nasıl olur du?

Bence muhteşem bir tablo ama, bu tabloları ülkemizde görmek için bir 30 yıl, Adana ‘da görmek içinse bir 50 yıl gerekli.

Bir belediye başkanı düşünün, 2 milyonluk Adana’da, 15-20 kişilik şahsi koruma ekibiyle düğüne, cenazeye, toplantıya panele gidiyor...

Sanırsınız ki, Genel Kurmay Başkanı, Emniyet Genel Müdürü. Terör tehdidi altında görev yapıyor sanki beyler.

Sahi, bir tehdit alıyor olabilirler mi? Belki de...

Duygusal düşününce, haksız olduğuma karar verdim şimdi, korkmakta haklı olabilirler....

 

adanaulus

21.05.2016 17:08:14

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI