NÜKLEER SANTRAL DEĞİL, SAĞLIKLI YAŞAMAK İSTİYORUZ!
Manşet Haber 26.04.2020 16:03:53 0

NÜKLEER SANTRAL DEĞİL, SAĞLIKLI YAŞAMAK İSTİYORUZ!

NÜKLEER SANTRAL DEĞİL, SAĞLIKLI YAŞAMAK İSTİYORUZ!






Adana Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Elektrik
Mühendisleri Odası (EMO)  Adana Şube
Başkanı Mehmet Mak,” Çernobil`i unutmadık, nükleer santral değil, sağlıklı
yaşamak istiyoruz!” dedi.





Çernobil Nükleer Güç Santrali’nde meydana gelen kazanın
34.yıldönümü dolayısı ile bir açıklama yapan MKP Sekreteryası sözcüsü Elektrik
Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Mehmet Mak, “Çernobil’in yıldönümünde;
ölüm getiren teknolojiler yerine, sağlıklı bir yaşamı savunuyor, nükleer
santrallara aktarılan kaynakların sağlık ve yoksullukla mücadelede
kullanılmasını talep ediyoruz” diyerek şu görüşlere yer verdi:





“Çernobil Nükleer Güç Santralı`nda 34 yıl önce yaşanan
nükleer facia unutulmadı. Enerji ve silah çılgınlığı rekabetinin, insanlığın
başına neler getirebileceği en acı sonuçları ile Çernobil Nükleer Santralı`nda
yaşanan kaza sonrasında yaşanmıştır. Arada geçen onca yıla rağmen
felaketin boyutlarının katlanarak arttığı, nükleer santrallerin sadece ölüm
getirdiği görülmüştür.





Ukrayna`da bulunan Çernobil Nükleer Güç Santralı`nda, 26
Nisan 1986`da insanlık tarihinde görülmemiş bir facia yaşanmıştır. Yüz binlerce
insan yaşamını yitirmiş, yüz binlerce insan evini terk etmek zorunda kalmış ve
kilometrelerce alana yayılan radyoaktif maddeler kanser vakalarında artışa
neden olmuştur. Kitlesel bir cinayete neden olan kaza sonrasında bölge,
yüzyıllarca açılmamak üzere kapatılmış,  milyarlarca dolarlık kayıp
oluşmuştur.    





Çernobil kazasının ardından Fukuşima`da yaşanan kaza ile
tehlike çanları tekrar çalarken,diğer nükleer santrallerden sızan radyoaktif
maddeler ve nükleer atıklardan kaynaklı sorunların ise üstü örtülmüştür.





Çernobil bölgesinde, 4 Nisan 2020 tarihinde çıkan orman
yangını ile de yeni bir felaketin eşiğine gelinmiş, günler sonra kontrol altına
alınan yangın sonrasında bölgede radyasyon seviyesi 16 kat
artmıştır.  Alınan onca önleme rağmen insanlığın olası bir yangın ya
da küçük bir hata ile ne kadar vahim sonuçlarla karşı karşıya kalacağı bir kez
daha hatırlanmıştır.





Ülkemizde ise Çernobil ve Fukuşima facialarına yarattığı
yıkıma rağmen; Mersin-Akkuyu, Sinop- İnceburun`da halkın itiraz çığlıklarına
inat, büyük risk taşıyan bu projelerin uygulamaya konulması için harekete
geçilmiştir. Uyarılar dikkate alınmamaktadır.





Tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs nedeniyle
binlerce insanın hayatını kaybettiği bu zorlu dönemde, önemli risk alanlarından
birini oluşturan inşaatların biran önce durdurulması ve çalışanların ücretli
izinli sayılması çağrılarına kulaklar tıkanmış, Akkuyu Nükleer Güç Santralı`nda
inşaat çalışmalarına devam edilmiştir. Yaklaşık 6 bin işçinin hayatı, hırs
uğruna gözden çıkarılmış, sermayeden yana tercih kullanılmıştır.





Virüs salgınında zirve yapan Rusya`dan santralda
görevlendirmek üzere çok sayıda işçinin Ülkemize geldiği iddiaları ise salgının
yayılmasını arttıracağı gerekçesi ile büyük tedirginliğe neden olmuştur.





Kamuoyunda inşaatın devam etmesine yönelik oluşan
tepkileri karşısında ise '70 yıllık stratejik nükleer hayalinin gerçeğe
dönüştüğü, Akkuyu Nükleer Güç Santrali inşaatının atom çekirdeği üzerinde
yükseldiği, büyük ve güçlü Türkiye hayaline emin adımlarla yüründüğü'
şeklindeki açıklamalar büyük şaşkınlık yaratmıştır.   





Halk sağlığını korumak öncelikle iktidarların görevidir.
Uluslararası çıkar çevrelerinin çabalarıyla ülkemize; pahalı, kirli ve
tehlikeli teknoloji hayata geçirilmelerine izin verilmemelidir. Olası bir kaza
sonrası yaydığı radyasyonun etkileri yüzyıllarca devam edecek, atık sorunu
çözülmemiş santrallerin, canlıları ve doğayı yok edeceği açıktır.  





Nükleer santrallerin dünyada birim maliyeti en yüksek
elektrik üretim tesisleri olduğu da ayrıca unutulmamalıdır. Akkuyu ve Sinop
nükleer santralleri için verilen alım garantileri ise ucuz enerji iddiasını
bizzat yalanlamaktadır. Ülkemizin nükleer santrallerden üretilecek enerjiye
ihtiyacı yoktur.





Nasıl bir anlayışla, ne pahasına, kimler için bu nükleer
santral yatırımları yapılıyor? Tüm bu soruların yeniden yanıtlanması
gerektiğini hatırlatıyoruz.





Çernobil‘in 34. yıl dönümünde, nükleer uygulamalarda en
küçük riskin gerçekleşmesinin binlerce yıl geri dönülmez sonuçlar doğuracağının
önemle altını çiziyoruz. Bu nedenle nükleer uygulamaların enerji gereksiniminde
kullanılmasından, nükleer santral uygulamalarından vazgeçilmesini bekliyoruz.





Kapitalizmin çevre ve canlılar üzerindeki yıkıcı
etkisinin sonuçları, küresel salgın ile birlikte gözle görülür hale
gelmiştir. Yoksulluk ve açlık artarken, salgın hastalıkların kol gezdiği
bir ortamda, bir avuç sermayedarın daha da zenginleşmesi adına atılan adımlara
göz yummayacağız. İnsanlığın ve doğanın sınırlarını zorlayan bu
yatırımların, kitlesel cinayetlere neden olmasını istemiyoruz. Çağrımızı
yükseltiyor, tarihsel bir sorumluluk anlayışı içinde nükleer santrallerin
yaşantımızdan sonsuza kadar çıkartılmasını istiyoruz. 





Çernobil`in yıldönümünde; ölüm getiren teknolojiler
yerine, sağlıklı bir yaşamı savunuyor, nükleer santrallere aktarılan
kaynakların sağlık ve yoksullukla mücadelede kullanılmasını talep
ediyoruz.  





Nükleer Maceraya Hayır! Nükleere İnat Yasasın Hayat!”





YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°