OKULLARI MEB, ÜNİVERSİTELERİ YÖK MÜ ÖLDÜRÜYOR?
Manşet Haber 5.06.2020 15:15:20 0

OKULLARI MEB, ÜNİVERSİTELERİ YÖK MÜ ÖLDÜRÜYOR?

OKULLARI MEB, ÜNİVERSİTELERİ YÖK MÜ ÖLDÜRÜYOR?


Tüm okul ve üniversiteler geçici bir süre “açıktan” hale geldi, şimdi kalıcı olarak açığa düşürülmek isteniyor. Açık lise ve açık öğretimin ne anlama geldiğini, ancak çağ yaşını geçmiş ileri yaşlardaki istekliler için bir yarar sağlayabileceğini, çağ nüfusu veya yüz yüze eğitimin yerine geçemeyeceğini herkes biliyor. Biliyor da gidiş başka.





MEB VE YÖK UZAKTANA YÖNELDİ, OYSA ACİLEN HAZIRLIKLARA BAŞLAMALI





Havada bir pus var, büyük bir olasılıkla küresel sermaye ve ajan kuruluşların diktesi ile hem dünya hem de AKP, MEB ve YÖK e-diktasyon, d-diktasyona doğru yol alıyor.





Uzaktan e-diktasyon, daha çok dijital eğitim denmeye başlandı, benim terimleştirmem e-diktasyon veya d-diktasyon, yani doğrusu okulların ve üniversitelerin kapatılması, yüz yüze eğitimden vazgeçilmesi, yerine dijital d-diktasyonun geçirilmesi, böyle bir durum zorunlu olmadığı gibi hiç de öyle gidilmemesi gerekiyor.





Geçici bir süre çaresizlikten veya gerekli hazırlıkların zamanında yapılmamış olmasından dolayı kullanılmış olabilir ama bunun okulun ve üniversitelerin yerine geçmesi mümkün değil. Ancak bu yönde eğilimler artmış, MEB ve YÖK ya tümden ya da derslerin önemli bir kısmını dijital ortamda yapmaya yönelmiş, bunun informel bilgileri dolaşıma sokulmuş bulunuyor.





Oysa yapması gereken acilen eylül hazırlıklarına başlamak olmalı ama hava puslu, niyetler kötü gözüküyor.





EĞİTİM İÇİN BİRLİKTELİK ZORUNLU, E-DİKTASYON, D-DİKTASYON DEĞİL





Üçüncü beşinci nesil, bilmem kaçıncı kuşak, üçüncül ilişki, ağ toplumu, sanal toplum, uzay çağı, yapay zeka çağı… adını nasıl koyarsak koyalım o koyulan adlardan daha çok insanın tek başına bırakılması çıkmaz. Bunlar teknoloji ve tekniklerdir.





Adı üzerinde teknik veya araçtırlar, insanın, toplumun, doğanın kendisi değildir.





Ama her imkan propagandaya dönüştürülebilir, kirli emeller için araçsallaştırılabilir,  iyiye de kötüye de kullanılabilir.





Dijital iletişim olanaklarına gelince bu teknolojinin veya çağın gelmesi; zorunlu olarak insanın insandan kopması, insanın insana yabancılaşmasını gerektirmiyor.





Kaldı ki tüm bunların insanı insandan koparan bir etkiye dönüştürülmesi herhangi bir nedensellik açısından da ereksellik açısından da zorunlu değil.





Ne materyal (Böyle bir teknolojinin varlığı ve yaygınlaşması), ne formel (Böyle bir teknolojinin insanı uzaktan iletişime zorlayan bir hal alması), ne oluşturucusu (Teknolojiyi oluşturanların insandan uzaklaşmayı oluşturmaları) ne de ereksel (Teknolojiler oluştururken bunların, insana, toplumlara karşı oluşturulması veya böyle bir niyet) okulsuzlaşma ve üniversitesizleşme için zorunlu değil.





Teknik ve teknolojilerin gelişmesi insanın yok sayılması için zorunlu değil.





Aksine bu tür dijital teknolojiler tüm uygarlıkları, toplumları ve insanları daha sıkı fıkı bir hale de getirebilir; illa benzetmesi değil çoğulculaştırılması da mümkün.





Bilginin daha yayılmasına, eğitimin etkililiğinin teknik imkanlarla daha da güçlendirilmesine yol açabilir.





Salgının kendisi de tedbir almamızı gerektiriyor ama okul veya üniversitelerin kapatılmasını, yüz yüze eğitimden vazgeçilmesini gerektirmiyor.





O halde; tüm bu yapılanlar salgın veya teknolojilerin sonucu değil, ana nedenler politik bulunuyor, bir tercihe ait bulunuyor.





OKULUN KATİLİ MEB, ÜNİVERSİTELERİN KATİLİ YÖK MÜ?





O halde, ana soru şu ki okulları ve üniversiteleri kim öldürüyor? Okullarla ve üniversitelerle birlikte insan olmayı, birey olmayı, topluluk olmayı, toplum olmayı, insanlığın bir parçası olmayı kimler öldürüyor. Yaşamı ve yaşatmayı kimler öldürüyor? Okulun katili MEB, üniversitelerin katili YÖK mü?





YÜZ YÜZE OKUL VE ÜNİVERSİTE İÇİN ACİL ÇÖZÜM ÖNERİLERİ: OKUL, DERSLİK VE ÖĞRETMEN SAYISINI ARTIRMAK





Toplumu ve okulları öldürmek gerekmiyor, aksine okul ve üniversiteler insanlığın en güzel kurumsallaşmaları. Eleştirimiz mevcudun sorunlarına aitti, yoksa yok edilmesine değil. Eğitim politikası yüz yüze okul ve üniversitelerin geliştirilmesi olmalı.





Kaldı ki okulları ve üniversiteleri salgınlar yok etmiyor, salgınlar daha sağlıklısı için yapılacaklara işaret ediyor.





Salgın çok daha güzel bir okul ve üniversite için yapılması gerekenleri bize gösterdi, teknoloji bu tedbirlerin hızla alınması bunların kısa sürede yapılmasını kolaylaştırıyor.





Ancak niyetler, politikalar başka.





Eğer gerekli önlemler alınmazsa eylül sonrası da derslerin bir kısmı veya tamamı uzaktan, dijital yapılabilir. Sebep olarak okulların fiziki olarak yetersiz, dersliklerin az sayıda veya alan olarak küçük olduğu söylenecek, kadro yok denecek.





Oysa hızla yeni derslikler inşa edilebilir, bazı TOKİ ve mevcut binalar okula dönüştürülebilir, dersliklere dönüştürülebilir, mevcut okul ve derslikler güzelleştirilir, tuvaletler ve hijyen olanakları artırılabilir, yüz binlerce işsiz bırakılan öğretmenin ataması yapılabilir. Eylülde çok daha güzel okul ve üniversite eğitimine başlayabiliriz.





Diyeceğim o ki; eylülde çok daha güzel okul ve üniversite ortamında buluşabiliriz. Ancak bunun için hükümeti ve ilgili kurumları bu yönde zorlamamız gerekiyor.





Diyeceğim o ki; sebep salgın veya teknoloji değil onunla nasıl baş ettiğimiz ve nasıl kullandığımız esas. Yapılacakların yapılabilmesi tercihlere, politikaya bağlı bulunuyor. Diyeceğim o ki; okullarımıza, üniversitelerimize, insanımıza, toplumumuza, uygarlığa, yaşama sahip çıkalım.



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°