
(Marmara Anadolu İmam Hatip Lisesi’nden 17 yaşında bir zibidi, Atatürk’ün resmini cinsel uzvuna sürerek çekiği bir videoyu, iğrenç, yılışık, yavşak bir suratla servisetti. Arkadan gelen bir kişi, “İmam Hatip’i göstermeyin,” diyerek ikaz ediyordu.)
İzmir, Konya, Trabzon ve Galatasaray liseleri 1915’te, “Hiç Mezun Vermeyen Liseler” olarak tarihe geçti. Çocukların künyelerine, “Dönemediler” diye not düşüldü. Çünkü gözlerini kırpmadan vatan savunmasına koşmuşlar ve hepsi şehit olmuştu. Zaten dönmeyi de düşünmemişlerdi
Anadolu’nun ilk devlet lisesi, Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi, 120 öğrencisinin tamamını Çanakkale’ye gönderdi ve 1914-1918 arası, tam dört yıl hiç mezun veremedi.
Kayseri Lisesi’nin 1915-1917 eğitim-öğretim yıllarına ait kütük defterlerinde, “10-11-12.sınıfların karşısında “Bu sene teşekkül itmemiştir,” yazar. Çünkü tüm öğrencileri savaşa gitmiştir.
Antep savunmasında Kebapçı Said Ağa’nın oğlu küçük Mehmet, Şahin Bey’in oğlu Hayri, şehit Yolağası’nın oğlu Mehmed Ali gibi 11-12 yaşlarındaki çocukların kahramanlıkları birer destandır.
“Çocuk askerler” “Meçhul Askerler “ tarihidir anlatmaya çalıştığım. Dönmemek üzere gidenlerin destanıdır o dönem. Vatanı ana kabul ederek, vatan için neler yapılacağını yaparak anlatanların meçhul hikâyesidir.
Kanlısırt Muharebesi’nde birkaç dakika sonra öleceğini bilen çocukların, birbirlerine cesaret vermek için siperde haykıra haykıra söylediği marştır onların duyguları.
Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı.
Al sancağı teslim etti, Allah’a ısmarladı.
Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana.
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana.
Yastığımız mezar taşı, yorganımız kar olsun.
Biz bu yoldan döner isek namus bize ar olsun.
Ne şereftir ölmek bize, bu güzel vatan için
Yanar yürek yurt aşkıyla, daima için için
Günlerdir sabırla bekliyorum, kim dişe dokunacak, öfkeme biraz ilaç olacak sözler söyleyecek diye. Malum cenah hem savunma, hem neredeyse kutsama peşinde. Neymiş;
- O daha 17 yaşında bir çocukmuş; ne yaptığının farkında bile değilmiş.
- Oyun zannetmiş, kandırılmış.
- Bu yaptığı Atatürk’e hakaret sayılmaz, onu küçültmezmiş.
- Fazla abartmaya gerek yokmuş, zaten özür dilemiş.
Peki bu zibidi 17 yaşındaysa, yukarıda anlatmaya çalıştığım yavrucaklar kaç yaşındandı? Düşmana saldırmazsa, annesinin sütünü helal etmeyeceğini düşünen evlatları yetiştiren bu vatanın annesiyse, o yaratığı peydahlayıp üreten kadın, onu hangi bataklıkta büyütmüştü? Ricat eden askerlerin önüne dikilip, “Ben babamla ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz,” diyerek, kaçan askerleri tekrar savaşmaya gönderen Nezihe Onbaşı sadece 12 yaşında değil miydi?
Ama benim öfkem bunlara değil. Benim öfkem güya bunlara karşıymış gibi duran, lafı evirip çevirip, hiçbir şey söyleyemeyen, suya sabuna dokunmamak için de kılı kırk yaran sözde Atatürkçülere. Sözleşmiş gibi hepsinin söylediği bir şey var. En önemli mesela bu çocuk bu hale nasıl geldi? Vay be, ne fikir, ne derin düşünce !
- Arkadaş, o çocuğun o hale nasıl geldiğini bilmiyorsa, orada ne işin var?
- Gerçekten bilmiyor da bize soruyorsan, söyle “Sen bu hale nasıl geldin?
- İki dakika sonra öleceğini bile bile işgal taburuna kurşun sıkan Hasan Tahsin’le aynı mesleğin mensub olduğunu söylemekten utanmıyor musun?
- Başta ADD olmak üzere tüm namuslu STK’lar nerede?
Bir ağaç büyürken bazen küçük dallar kurur. O küçük dalları kurtarmak için ağacı sularsınız, gübre verirsiniz, toprağını eşelersiniz. Ama dallar kurumaya devam eder. Üstelik her gün birkaç dal daha kurur. Israrla dalları kurtarmaya çalışırsanız, bir de bakarsınız ki, ağacın gövdesi kurumuş ve ağacı kaybetmişsiniz. Gövdeyi kurtarmak için yapılacak en akıllıca iş; zamanı geldiğinde kuruyan dalları kesip atmaktır.
- ANA GÖVDE KURUDU, ÇÜRÜYOR DOSTLAR..