OTORİTEYİ SAĞLAMAK İSTERKEN BEYİNLERİ DÜŞÜNMEZ ETMEYİN!
Manşet Haber 16.07.2020 10:01:30 0

OTORİTEYİ SAĞLAMAK İSTERKEN BEYİNLERİ DÜŞÜNMEZ ETMEYİN!

OTORİTEYİ SAĞLAMAK İSTERKEN BEYİNLERİ DÜŞÜNMEZ ETMEYİN!






Günümüzde belediye gibi kurumların başkan ve alt kademe yöneticilerinin karşılaştıkların sorunlardan biri de, kendileri için proje üretecek beyinlerin olmaması. Ya da üreten beyinlerin bu yeteneklerini gösterecek ortam bulamamaları. Bundaki en büyük etken de, çalışan beyinlerin baskı altına alınıp, özgürce düşünmelerinin engellenmesidir.





Yıllarımı verdiğim gazetecilikte, özellikle belediye gibi resmi ve siyasi ortamın iç içe olduğu kurumlarındaki en önemli sorunlardan birinin bu olduğunu gördüm.





Belediye başkanları, etraflarına onlarca, yüzlerce teknik eleman, danışman dolduruyor ancak, başlarda çok verimli olabilecekleri düşünülen bu kişiler daha sonraları düşünerek üreten, danışılarak bildiğini anlatan değil, soran ve danışan kişiliklere dönüşüyorlar. Buna da, başkanlık koltuğuna oturan kişinin bir süre sonra her “şeyi ben bilirim” havasına girmesi neden oluyor.





Her şeyi bilen ya da öyle görünerek koltuğunu doldurduğu havası vermeye çalışan bir belediye başkanı sonunda öyle bir noktaya geliyor ki, halka yeni bir proje sunmak için kendisi gece gündüz kafa patlatmak zorunda kalıyor.





Etrafındakiler de “en iyisini siz bilirsiniz başkanım” diyerek, ne söylenirse 'olur' diyorlar.





Onlarca beyinden düşünce ve yeni projeler çıkmayınca, bu kez ne oluyor?, başkan ya da yöneticiler kendilerine dışarıdan, kurumla organik bir bağı olmayan, özgür düşünen danışmanlar bulmak zorunda kalıyorlar.





Bu nedenle baştaki yöneticinin “disiplin” adı altında, beyinlere görünmez prangalar vurmaması gerekir. Bırakın insanlar özgür düşünsünler. Bırakın bazı şeyleri de başkaları bilsin.
Hiç kimsenin, her konuda, her şeyi bilmesi mümkün değildir. Ancak beyin fırtınası yaparak, tartışılarak ve önerilerde bulunularak yenilikler keşfedilebilir. Aksi takdirde hiç kimse, hiçbir şehir ve ülke bu şekilde bir adım öteye gidemez.





Korkan, tedirgin olan, stres ve baskı altında bulunan beynin fikir ve düşünce üretebileceğini hiç kimse beklememeli.





Özellikle de rutin işler dışında çağı yakalamak, hatta aşmak için yeni yeni projeler uygulanması gereken belediyeler, baskı ve korku rüzgarının estiği değil, sevginin, saygının, güvenin hakim olduğu, beyinlere prangaların vurulmadığı, özgürce düşünülebilen ve düşündüklerini söyleyebilen insanların çalıştığı kurumlar olmalı.
Belediye başkanının ve onun mahiyetindeki yöneticilerin de, düşünen ve üreten beyinler için uygun çalışma ortamları oluşturması gerekir.





Bu demek değildir ki herkesi serbest bırakın, saldım çayıra mevlam kayıra hesabı kim ne isterse yapsın, kim ne isterse söylesin, saygı ve hiyerarşik düzen bozulsun.





Tecrübeli ve yetenekli bir yönetici elbette ki neyi nasıl yapacağını çok iyi bilir. Kurumdaki disiplin ve düzeni sağlamanın da yolları vardır. Ancak bunu yapayım derken de beyinlere pranga vurulmamalı.





Mesleki ve özel yaşamında konuşmaktan ziyade dinlemeyi ilke edinmiş, düşünce ve fikirlerini yazıya döküp, haber üreten, makale ve kitaplar yazan biri olarak, her zaman için, beni baskı altında tutacak iş ve çalışma ortamlarından uzak durdum.





Hatta daha önce uzun süre çalıştığım bir medya kuruluşunun genel müdür yardımcısı bir gün İstanbul’da sohbet ederken bana, “ne zaman sana bir yönetici görevi vermeye kalksak hep kendini taca attın, şimdi de öyle yapıyorsun” demişti.





Ben de kendisine, “Verdiğiniz görev bana öyle çok stres yüklüyor ki, düşünmemi engelliyor. Kabul etmiş olsaydım, bu kadar kitap yazamazdım” demiştim.





Yani demek istediğim beyin de, beden de stres ve baskı altında olduğu takdirde verimli olamaz. Özellikle beyinden hiç iş çıkmaz. Üretemez. Bu nedenle başta belediye başkanları olmak üzere, yöneticilere önerim; Karşınızda heykel gibi duran, ağzı var dili yok personelin, üreten beyinlere dönüşmesini istiyorsanız, bırakın rahat düşünsünler, rahat konuşsunlar.





Yoksa onların yerine siz düşünmek ve yapmak zorunda kalırsınız. Yani çabuk yorulursunuz. Anlayın işte..



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°