PEKER VAKASI: OTORİTE KURALI, REİSCİLİK VEYA KANLI BİR ÜRETİM BİÇİMİ
Manşet Haber 10.07.2021 11:16:18 0

PEKER VAKASI: OTORİTE KURALI, REİSCİLİK VEYA KANLI BİR ÜRETİM BİÇİMİ

PEKER VAKASI: OTORİTE KURALI, REİSCİLİK VEYA KANLI BİR ÜRETİM BİÇİMİ

Peker bir vakıa değil bir vaka durumu. Öyle bir vaka ki, sadece Türkiye değil Balkanlar, Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu, Rusya, Avrupa, ABD, tüm Amerika, tüm dünya için pek çok yönü veya ortaklaştığı noktalar var.

Hiçbir toplumsal sistem bazı kazanımları olmadan ayakta kalamaz. En kötü gruplaşmalarda bile “kazanım” sayılabilecek çıktı; sadece korkudan/baskıdan kurtulmakla sınırlı kalırsa, o toplaşma veya durum sürdürülemez. Ne kadar kötü veya olumsuz olursa olsun bir sosyal oluşumun sürdürümü için mensup veya yandaşlarına hayatta kalmalarını, dahası bağlılıklarını sürdürmelerine yetecek asgari bir kaynak/nema sağlamak zorundadır.

Otiriter/totaliter sistemler sırf zor veya şiddetle varlığını koruyamadığını/koruyamayacağını, en azından aç kalan bir topluluğun dağılıp yok olacağını kabul edersek, geriye kalan daha kök soru bu otoriter/totaliter sistemlerin ayakta kalabildikleri sürece hangi iktisadi döngü, hangi üretim biçimi ile ayakta kalabildikleri sorusudur.

Peker’in aslında hemen tüm toplumun üç aşağı beş yukarı bildiği şeyleri içten/tanıklıkla deşifre etmesiyle işin magazin yanı çok görünür olmakla birlikte, kim ne kadar pislikmiş yanını bir yana bırakıp, böyle bir sistem nasıl oluşuyor ve bu kadar etkili bir güç olabiliyor sorusuna odaklanmak gerekiyor.

OTORİTE KURALI: AKLI VİCDANI ÇARPITARAK KENDİ KONTROLÜ ALTINA ALMAK
Rejimlerin en büyük sorunu “içsel kontrol” veya meşruiyet sorunudur. Otoriter/totaliter rejimlerin zihni/ideolojik düzeydeki mekanizmalarının başında skolastik dönemle tipleştirilen algıyı, aklı ve dahası vicdanı çarpıtarak tüm bunları kendisinin/zümresinin/sınıfının hizmetçisi ve yardımcısı haline getirmesi gelmektedir.

Bırakın halkı bizzat kendi kolluk kuvvetini, askerini polisini adamını kontrol edebilmek, “dışsal kontrol” için bile, önce “içsel kontrol” yani üyelerinin görme, algılama, analiz etme, çıkarımda bulunma, yorumlama, değerlendirme, karar alma ve kendi kararıyla hareket edebilme gücünü ele geçirme yani bir yandan kendininkini güçlendirilirken diğer yandan karşısındakinin aklını yok etme veya en azından azaltma zorunluluğu vardır.

HÜR KİŞİ VEYA TOPLUM REİS/ÇETE TARAFINDAN KONTROL EDİLEMEZ: NAS ŞART, DİN VE MİLLİYETÇİLİK ŞART
Hür kişilerden oluşmuş hür bir toplum kontrol edilemez bir kişi veya toplumdur. Olsa olsa demokratik bir yönetim, kolektif açık bir yönetim oluşturulabilir, özgürlük dışsal otoriteye uygun değildir.

O halde otoriter/totaliter rejimlerin oluşması ve sürdürümü için en başta devletin tüm meşruiyet organları ve mekanizmalarının bu rejimin hizmetçisi haline sokulması şarttır. Askeriyesinden daha önce eğitimi, okulu, bilimi, medyası, adliyesi ele geçirilmelidir. Bunun en etkili yollarından biri “tartışmasız” nas’lar yaratıp bunu kullanmaktan geçmektedir.

Geleneğin en sistemli, yaygın, total haline “din” veya “töre” denebilir.

Tüm üyelerin veya topluluğun zihninin, basiretinin bağlanması tek başına dışsal zorla olamadığından insanların ve topluluğun tinsel yanının ele geçirilmesi gerekir. Bunun en kolay yanı geniş kitlelere karşı nası, geleneği, milleti, doğruyu, hakikati kendisinin temsil ettiğine inandırması, bunun dincilik ve milliyetçilik yapması, inanmayanı linç etmesidir.

Bugün de çeşitli formlarda süren skolastiğin ana özelliği, felsefe ve ahlakı bile kendi hizmetçisi haline sokmasıdır.

Ama ideoloji kendi başına bir varlık alanı değildir, bunun öznesi ve maddi yanı daha önceliklidir. İdeoloji daha çok işin ekonomi politiğini görünmez kılmak ve meşrulaştırmada iş görmektedir.

MAFYA REJİMİNDE ÜRETMEDİĞİNE KANLI EL KOYMA, ZORLA YAĞMA
Pis rejimler pislikle olur. Nema, nepotizm-kayırma bunun en hafif halidir. Çete rejiminin, mafya rejiminin ana mekanizması; sonuçta kendi emek sarf etmediği, kendi üretmediği şeylere el koyma, yağmadır.

Skolastik dönem ideolojiyle değil krallık, feodalite ve kilisenin en hafifi ile bütün verimli arazilere el koyma rejimidir, skolastik dönem aynı zamanda fetihçi, daha sonraki evrede koloniyal ve emperyalist nüveleri barındırmıştır.

Din iman ancak maddiyatla hayatta kalabilmektedir, çeteler maddiyatla ayakta kalabilmektedir, adam besleme maddiyatla olabilmektedir. Mafyacılık, çetecilik kanlı bir üretim biçimidir. Kapitalizm ve emperyalizm kanlı üretim biçimleridir.

Özetle skolastik, çetecilik, mafyalaşma, kapitalizm, emperyalizm, otoriterlik, totaliterlik kanlı üretim biçimlerinin çeşitli türleri ve görünümleri sayılır. Esası üretmediğine, hak etmediğine el koyucu bir zümreleşme, adam besleme, karşı çıkanı ezmek için baskı ve sindirme, ideolojik düzeyde geleneği/dini araçsallaştırarak zihni/aklı/vicdanı körleştirme ve ele geçirmedir.

Peker vakıa değil bir vakanın hem ideolojik hem de iktisadi yanıyla bizzat temsilcisi, tanığı ve anlatıcısıdır.

EN BÜYÜK ÜÇ KIYMET: ÖZGÜRLÜK, BİLGİ VE ÜRETİM
Düşünce, bilim, medya özgürlüğü olmadan insani hiçbir değer oluşmuyor; mafya rejimleri, otoriter totaliter rejimler, kapitalizm ve emperyalizm oluşuyor. Asalaklarla mücadele, her şeyden önce özgürlük, bilgi/bilim ve emekten/üretimden geçiyor.

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°