<strong>POŞET…</strong>
GÜNCEL 6.12.2022 13:02:17 0

POŞET…

POŞET…






Birkaç yıl önce, çevre temizliği öne sürülerek, zincir marketlerin sattığı ürünleri taşımak için verdikleri “poşetin”, yirmibeş kuruş ödenerek sağlanması kararlaştırılmıştı!





Yirmibeş kuruşu önemsemeyenler için “alınan kararın” hiçbir önemi yoktu!





Normalde bir “poşete” konacak ürünler birkaç “poşete” konularak zincir marketten ayrılıyorlardı!





Çevreye ne gibi bir yararı oldu peki? Sokaklar plastik atıkları yönünden daha mı temizdi artık? Poşetler gelişi güzel atılmıyor muydu çöpe?





Kendi sokağımı sorarsanız eğer, değişmedi! Üstelik anımsayın, bu yurdun yurttaşının kullandığı “poşetlerle” olmasa bile, gelişmiş/ sanayi ülkelerinin atık çöpleriyle çevre fazlasıyla kirletildi; en son örneğini de bakanlığın tüm yadsımasına karşın Adana’da tanık olduk!





Poşet konusu, zincir marketlerin “gider kalemini” azalttı!   





***





Z kuşağı, “mahalle bakkalı” kültürüne yetişemedi! Gereksinmelerini “mahalle bakkallarından” değil de marketlerden/ avmlerden/ internet üzerinden sağlamaya yönlendirildi!





Şimdi yalnız z kuşağı değil, “herkesin” zincir marketlere koşması için alan açıldı!





Bir zincir marketten içeri girdiğinizde, aklınızdan geçen her şeyi bulabiliyorsunuz! Spor aletleri, makyaj malzemesi, pijama, ayakkabı, tüm sebze/ meyveler, züccaciye, kırtasiye, beyaz eşya, cep telefonu, deterjan, bakliyat…





Eğer piyasada yüz esnaf varsa, yüzünün de sattığı ürünleri bulmak olası!





Geçtiğimiz yıl, sözde yurttaşa “ucuz et” yedirmek için de bu zincir marketler kullanıldı! Sabahın erken saatlerinde sıraya girenler, istedikleri “eti” değil, kalan “eti” almak zorunda bırakıldılar!





Bir kentte ya da bir caddede ya da bir sokakta “kaç market” olacağının bile ucu açıktı!





Örneğin Adana’da, Tellidere üzerinde, üçyüz/ dörtyüz metre arayla “aynı zincir markete” rastlamak olası! “Ayrı” demiyorum, “aynı” zincir market!





Zincir marketlerin her birinin binlerce şubesinin olduğu belirtiliyor, en küçük yerleşim yerlerinde bile varlar! Küçük esnaflar bu olguya “çok” tepki göstermelerine karşın, “iktidarın” öğüt duvarı oldular, “küçük esnafın şikâyetini biliyorum. Fakat Türkiye değişiyor, artık bu gerçeği görecekler, bakkal kendi aralarında birleşecekler” denilerek yol gösterildi!





***





Merkez Bankası politika faizi “tek haneye” çekmesine karşın ne bankaların faizleri/ ne market / ne pazar ürünlerinin bırakın yerinde saymasını, haftada birkaç kez “etiket” değiştirilmesinin suçu, bugüne değin büyümeleri/ tekelleşmeleri için her tür ödünler verilen “zincir marketlere” kesildi!





Yurttaşın içini doldurmakta ne sorunlar yaşıdığını umursamayan “iktidar”, şimdi “poşet için ne karar verecek acaba; bakalım, etiketler ne denli etkilenecek…



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°