Reşadiye
Manşet Haber 22.02.2014 23:03:48 0

Reşadiye'den Dünya'ya Açıldı

Reşadiye'den Dünya'ya Açıldı

 ‘Tecrübe Paylaşım Programı’nda konuşan Hüseyin Özer, yurt dışında iş yapan işadamının üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sorumluluğunun olduğunu söyledi. Türkiye’yi, rezil etmekten korktuğunu da belirten Özer, “Yurt dışında bunu yapan çok insan var. Bana da ‘rezil etmeme’ görevi düştü. Türkiye’yi tanıtmak için çok çalışıyorum. Lokantalarımdaki masa örtüleri bile kırmızı-beyaz. Dekorunu da Osmanlı motifleri ile süslüyorum. Yemeklerimizde bile bir mana var.” diye konuştu.

Tokat'ın Reşadiye ilçesine bağlı şirin bir köyde başlayan ve Londra'ya kadar uzanan başarı hikayesinin anlatıldığı 'Tecrübe Paylaşım' programında  yaşamını anlatan Özer, küçükken çok horlandığını anlatırken, “11-12 yaşlarında Ankara’ya gittim. Evim bile yoktu. Sokaklarda yaşıyordum. İsmetpaşa’da bir kömürlükte verdiğim sözleri şimdi tutuyorum. Benim için en lüks hayat çocuk okutmaktır. Ben ilkokula bile gitmedim. Okuma-yazmayı taşlara yazarak öğrendim. İlkokul diplomam olmadığı için bana ehliyet bile vermezler.” dedi.

resadiye_huseyin_ingiltere (1)İngiltere’de yaşamayı çok sevdiğini söyleyen Özer, daha çocukken buraya gitmeye kafaya koyduğunu da ifade etti. Londra’da bir kebapçıda işe başladığını kaydeden Özer, daha sonra buradan ayrılıp başka bir işyerinde çalışmaya başlamış. ‘Çaresiz kalırsanız kafanız çok çalışıyor’ diye de tespitlerde bulunan Özer, “Dürüstlük güzel şeyler getiriyor. Uyanıklık netice vermez. Çok samimi ve candan olmalıyız. Allah bana sahip çıktı.” diye de şükrünü ifade etti. İlk çalıştığı kebapçı dükkanının işler kötüye gittiği için satışa çıktığını öğrenen Özer, hemen burayı satın alır. “Daha iki hafta geçmeden işler iki katına çıktı” diyen Özer “Lokantalarından memnun kalmayan müşterilerden para almam. Üzerine bir de yemek ısmarlarım. Emek verince, dürüst olunca insanlar sizi seviyor.” şeklinde konuştu.

 

‘Okumadan böyle oldunuz, okusaydınız ne olurdunuz?’ diye sorulan bir soruya da “Her halde başınıza bela olurdum” diye de espiri yaptı. İngiltere ve İsviçre’nin sayılı üniversiteleri ile de işbirliği içine girerek öğrencilerin yaparak öğrenmelerini de sağlayan Hüseyin Özer, çok sayıda öğrenciye de kurduğu vakıflarla okuma fırsatı vermiş. İlkokula bile gitmeden doktora ünvanı alan tek insan olduğunu ifade eden Özer, amacının okutmak ve öğretmek olduğunu da sözlerine ekledi.

Dünyanın en iyi restoranları arasında yer alan Sofra, Özer ve Granita restoranlarının 10'u Londra'da, 3'ü Türkiye'de birer tane de Helsinki ve Dubai'de bulunuyor.

Anadolu Girişimci İşadamları  Derneği'nin (AGİD) organize ettiği Sheraton Oteli’ndeki 'Tecrübe Paylaşım'  toplantısına Ticaret Borsası Başkanı Muammer Çalışkan, Adana Genç İşadamları Derneği Başkanı Tamer Gülcan, Adana Yapı Müteahhitleri Derneği Başkanı Murtaza Kılçık, Adana Emlakçılar Esnaf Odası Başkanı Ülkü Uçar, Adana İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Konfederasyonu Başkanı Ayça Katlav, MHP Yüreğir Belediye Başkan Adayı Yücel Bayram, MHP Çukurova Belediye Başkan Adayı Ali Uğur Akbaş, MHP Sarıçam Belediye Başkan Adayı Bilal Uludağ, CHP Seyhan Belediye Başkan Adayı Zeydan Karalar, CHP Sarıçam Belediye Başkan Adayı Cumali Yakan, Büyükşehir Belediye Başkanlığı bağımsız adayı Yasin Türkoğlu, CEYGİD, AKİK, BUGİAD üyesi iş insanlarının yanı sıra çok sayıda AGİD üyesinin de hazır bulundu.resadiye_huseyin_ingiltere (2)

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°