SALTANAT MI DEDİNİZ?

SALTANAT MI DEDİNİZ?






Öncelikle 1 Kasım, Saltanatın kaldırılmasının yüzüncü yılı kutlu olsun!





Saltanat nedir?





1. Bir ülkede hükümdarın, padişahın, sultanın egemen olmasıdır.





2. Birinin bir işte, bir yerde bulunan kimseler üzerindeki egemenliği.





3. Bolluk ve zenginlik, gösterişli yaşayış.





Son tanım, yazımızın konusu değil. İkinci tanım, ehh asıl konumuzla ilgili olabilir Asıl konumuz ise birinci tanım.





Saltanat: Bir şahsın, halkın üstündeki siyasi riyaseti ve hâkimiyetidir. Genelde babadan oğula geçen bir yönetim şeklidir. Bir ülkede hükümdar, padişah, sultan ya da kral egemense o ülkede saltanat var demektir. Bu kişilerin hiçbir sorumluluğu yoktur. Ancak devleti yönetirken sınırsız yetkileri vardır.





Örneğin Osmanlı İmparatorluğu için bu yönetim şekli, Osmanlı Hanedanı mensubu padişahın mutlak egemen olmasına dayalıdır. Osmanlı padişahları din ve devlet işlerini birlikte yürütmekteydi.





Hilafet: “Din ve dünya işlerinde umumi reislik” demektir. Müminlerin imamı olan padişah, aynı zamanda peygamberin halefidir.





Osmanlı devleti bir çeşit Tanrısal ya da dinsel devletdi. Yukarıda Tanrı, yeryüzünde ise yaptığı her eylem Tanrıya maledilen, onun adına hareket ettiği ve davrandığı iddia edilen Tanrının temsilcisi padişahlar ya da sultanlar vardı.





Peki bu yönetim şeklinde halkın konumu, statüsü neydi?





Halk köleydi, kuldu, reaya idi. En yukarıda padişah, hemen altında askerler ve ulema, en altta ise halk vardı. Halkın hiçbir değeri, kıymeti yoktu. Görevi kendi üstündekilerin geçimini sağlamak, onları beslemekti.





Devletin bütün giderlerini, savaşların bütün maliyetini onlar karşılardı. Üstüne birde ulemanın geçimi onların sırtında idi.





İşte bu yönetim şekli, yani saltanat veya padişahlık, TBMM nin 1 Kasım 1922 de yaptığı oturumda Mustafa Kemalin; “milletin kendi gayretiyle hakimiyeti ele aldığını ve saltanatın kaldırılmasının gerekliliği”ni belirten konuşması sonrasında kabul ettiği 308 sayılı kanunla tamamen kaldırıldı.





Ve son Osmanlı padişahı ve islam aleminin son halifesi Vahdettin, Kurtuluş Savaşındaki ihanetinden dolayı pabucun pahalı olduğunu görerek bir gece sabaha karşı gizlice bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeden kaçtı.





Sonra ne mi oldu?





Tam bir yıl sonra Cumhuriyet ilan edildi. Laiklik benimsendi, din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Kanun önünde yargılanma, din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep, siyasi ve felsefi düşünce, vb. her türlü ayrımcılık ortadan kaldırıldı ve bin yılın kulları, köleleri ya da reayaları eşit birey oluverdiler.





Peki gerçekten oluverdiler mi?





İşte bu soruya gönül rahatlığıyla evet diyemiyorum.





Saltanatı ortadan kaldırdık, cumhuriyeti kurduk, yasal olarak kulları birey yaptık yapmasına ama birileri hala bu ülkede saltanat özlemini, isteğini iradesini gösterebiliyor.





AKP li Mahir Ünal: “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye'de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi, her şeyi yıkmıştır ama lügate dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi, Mao'nun Çin kültür devrimidir, lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir”





Dedi mi, dedi.





Peki tepkilerin düzeyi nasıldı?





Bu kullar, köleler cumhuriyetle birlikte gerçekten özgür birey, yurttaş olsalardı, gerçekten ulus bilincine erişselerdi, bu zat o sözleri ağzına alabilir miydi?





Hadi biraz empati yapalım mı? Ya da o meşhur sözde anlatıldığı gibi, iğneyi başkalarına batırmadan önce çuvaldızın hiç olmazsa ucunu kendimize batıralım mı?





Gelin biraz dürüst olup, bu güzel ülkede yaşayan bizler, yetişkin özgürlüğü isterken çocuk sorumluğu değil, gerçekten yetişkin sorumluğu gösterelim mi?





En başta, bu cumhuriyetin olanaklarıyla hayal bile edemeyeceği bir yaşam sürdüren Mahmut TEBERİK!





Kendisini kültürlü, mürekkep yalamış, aydın kabul eden anne babalar!





İlkokuldan üniversiteye kadar ders veren çok sevgili öğretmenlerimiz!





Fabrikalarda yönetim görevini üstlenen, “sorgulayan, üreten, ürettiğini sorgulayıp yeniden üreten” mühendislerimiz!





Acemi ve usta birliklerinde, köyünden gelmiş kaderci, edilgen Memetçikleri eğiten subaylarımız!





İnsanların sağlıklı yaşamaları ve hastaları sağıltmak için görev yapan hemşire, doktor, vb. sağlık çalışanları!





Yeni bir dünya, yeni bir düzen için mücadele verdiğini söyleyen, Kemalizm deyince dudak büken, bir toprak reformunu bile beceremedi, vb. diyerek küçümseyen, ulus sözcüğünü kullananları ırkçı diyerek itibarsızlaştırmaya ve küçük düşürmeye çalışan ultra devrimciler!





Bu halkın özgürlüğü, eşitliği, hak ve sorumluluklarını öğrenmeleri için ne yaptınız?





Ya da daha da acısı, siz bu yaşananların, bu dönüşümlerin ne kadar farkındasınız?





Beş bin yıldır, yönetenlerin halk üzerinde boza pişirdiği, yenenlerin yenilerin ak gömleklerinde kılıçlarını sildiği bu acımasız Ortadoğu coğrafyasında, toplumsal dönüşümlerin kolay olmayacağını, genel seferberlik gerektiğini, bunun için herkese sorumluluk düştüğünün ne kadar ayrımındasınız?





Hadi bu soruyu yanıtlamaya çalışın.





Amma velakin, her zaman yaptığınız gibi tavla oynayıp yenilince zara söverek, zar gelmedi bahanesinin arkasına sığınarak değil, satranç oyunundaymış gibi yenilince sorumluğun hiç olmazsa birazını kendinizde arayacak şekilde davranın.





Tekrar altını çiziyorum. Sorumluluğun kendi payınıza düşeni kadarı için bu soruya yanıt verin.





Sakın bana sistem sorunu, vb, gerekçelerle gelmeyin. “Akvaryumdaki su pis ise içindeki balıklar eninde sonunda, erinde gecinde ölürler” gerçeğini bilirim.





Buna rağmen eksik bir şey bıraktınız mı?





Hadi, hadi, zorlanın biraz, yapacaksınız.





01 Kasım 2022





Mahmut TEBERİK.



Mahmut TEBERİK

30.10.2022 23:07:37

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI