Savaş mı, Barış mı ?

Savaş mı, Barış mı ?

*Bir roman, 1. Dünya Savaşı, Batı Cephesi ve bir asker anlatıyor:

“Yüz elli kişilik bölüğümüz bir çatışmada yetmiş askerini kaybetti. Kalan seksen kişi, yüz elli kişilik yemeğe
konduğumuz için bayram ettik, adeta göbek attık.

Bir yanda vatan, millet, sakarya diyerek nutuk atanlar, yazılar yazanlar ve bizleri savaşa gönderenler, diğer
yanda cephede yaralanan ve ölen bizler…

Bir yanda vatan borcunun dünyada her şeyin önünde geldiğini söyleyenler, diğer yanda can çekişme
acısının daha güçlü olduğunu yaşayarak gören bizler…

Cephe öncesi on haftalık bir eğitim. Rahat, hazırol, selam dur, tüfek çat, sağa marş, sola çark, vb. kişiliği
yok eden emir kulu haline getiren eğitimler. Her kademe bir alttakini eziyor, sindiriyor, sorgulama
yeteneğini yok ediyor ve savaşta ölmeye hazır hale getiriyor.

Toprak, toprak, toprak!

Dünyada kimsenin gözünde toprak bir askerin gözündeki gibi kutsal olamaz. Asker ateş hattında kendini
boylu boyunca yere attığında, ölüm korkusuyla yüzünü toprağa bastırıp, ellerini ve ayaklarını yere
geçirdiği anda toprak onun tek arkadaşı, kardeşi, anasıdır. Asker korkusunu ve bağırışını toprağın sessizliği
ve güveni içinde yatıştırır. Toprak onu bağrına basar, ona yeniden can verir. Bu yeni hayatın süresi bazen
birkaç saniyeciktir. O zaman da toprak kollarını askere sonsuza kadar açar.

Ufkun bir ucundan diğer ucuna titrek bir kızıllık yayılmış. Bataryalardan yalımlar fışkırıyor. Fişekler
havada ipek paraşütler gibi açılıp usulca salınarak düşüyorlar. Her yanı gündüz gibi aydınlatıyorlar. Top
gümbürtüleri tek bir uğultu gibi derinleşiyor, sonra yine ayrı ayrı patlamalar halinde işitiliyor. Makinalı
tüfekler kuru bir sesle takırdıyor. Başımızın üstünde mermi vızıltıları…

Yanımda cepheye yeni gelmiş acemi bir asker. Top sesinden ödü patlamış, elini sakınarak arka tarafına
götürüyor ve perişan bir halde bana bakıyor. Hemen anladım, donunu ıslatmış.

Zehirli gaza maruz kalan erler sabahtan akşama kadar boğulurcasına öksürüyorlar ve kavrulmuş ciğerlerini
azar azar, pıhtı pıhtı kusuyorlar.

Mezarlıktayız, sabaha kadar süren bombardıman bitmiş. Mezarlık bir viraneye dönmüş, tabut ve cesetler
ortalığa saçılmış. Bu ölüler ikinci kez öldürüldüler bu gece. Fakat mezardan püskürtülen cesetlerden her
biri bizden birine siper olup canımızı kurtardı.

Delirdi bir asker. Sözden anlamıyor. Ağzı salyalar içinde, çevresine saldırıyor. Dövdük onu ve biraz
sakinleşti. Derken sığınağın tam üstüne bir gülle düştü, duvarlar her yandan çatladı. Deliren biri fırladığı
gibi dışarı koştu. Sonra bir bağırtı daha. Kendimi yere atıverdim. Yeniden ayağa kalktığım zaman siper
duvarının dumanı tüten şarapnel, et ve üniforma parçalarıyla sıvanmış olduğunu gördüm.

Bombardıman, mermi, mayın, zehirli gaz, tank, makinalı tüfek, el bombası… Bir yığın yavan sözcük…
Yüzlerimiz kan ve çamura batmış, zihinler perişan, yorgunluktan bitkin haldeyiz. Gözlerimizin içi ateş
düşmüş gibi yanıyor, ellerimiz, dizlerimiz paramparça, dirseklerimizin derisi yüzülmüş, kanıyor…”

Bu asker, 1918 yılının Ekim ayında vuruldu. Bütün cephe boyunca o kadar sakin, kımıltısız bir gündü ki!.. O
günkü ordu bildirisini bir tek söze sığdırabildiler:

“Batı cephesinde yeni bir şey yok.”

Evet sevgili okur, bir cephede on yedi on sekiz yaşındaki liseli askerlerin yaşadığı acının, ıstırabın, ölümün
öyküsünden kısa kısa alıntılar ve en sonunda kendi sonunu sundum size.

Bu vahşeti bizim gibi sıradan yurttaşlar anlayabilir. Ama askerliğini kantinde yapan, çürük raporu olduğu
için askere gitmemiş birinin babası olanlar anlayamaz.

Kendilerini Ortadoğu’nun hatta bütün İslam aleminin önderi gibi gören yöneticiler anlayamaz. Çünkü
onlar kendilerini Fatih ya da Kanuni gibi görmektedir. Hal böyle olunca da bu emelleri için Anadolu’nun
gençlerini harcamaktan çekinmezler.

Genişletilmiş Ortadoğu projesinin eş başkanı olanlar, oturdukları koltukları bu acılar ve gözyaşları üzerine
inşa edenler bu acıları, ıstırapları anlayamaz. Çünkü onlar kraldan daha fazla kralcı, Amerikan çıkarlarının
bölgemizdeki jandarmalığına soyunmuştur.

“Sayın ÖCALAN, önce kellelerin hesabını versin” diyenler, “birkaç Mehmet öldüğünde Meclis toplanmaz”
diyenler bu acıları anlayamazlar.

Komşularla sıfır sorun diyerek yola çıkıp sonra da ülkemizi bütün komşularla sorunlu hale getirenler,
Suriye ile bir savaşın eşiğine getirenler, İran’la ciddi bir gerginlik içine sokanlar bu romandan esinlenerek
sizlere bir önerim var:

Eskiden bizim Tarsus’un köylerindeki düğünlerde güreşler tertip edilirdi. Güreşler çocuklardan başlar
büyüklere doğru giderdi. Bu güreşlerde en son galip gelen kişinin köyü güreşte galip ilan edilirdi.

Bu örnekten yol çıkarak, Suriye sınırında dünyaya örnek olacak bir toplu eğlence düzenleyelim. Davullar,
zurnalar, mızıkalar çalsın. Suriye ve Türkiye’nin halk oyunları oynansın. Masalarımızda Suriye’nin Arak’ı,
Bizim rakımız olsun. Yiyelim, içelim, kendimizden geçelim.

Her iki ülkenin savaş isteyen yetkilileri de güreşsinler biz de seyredelim. Güreşte yöntemi; grekoromen ya
da serbest sitil, kendileri belirlesin ve yenilenlerin sırtları yere gelinceye kadar kapışsınlar. Kim galip gelirse
onun ülkesi savaşı kazanmış sayılsın. Eğlenceye katılan bizler ve Suriye’liler de galip geleni alkışlayalım ve
güle oynaya geri ülkelerimize dönelim.

Böylece bizleri yönetenler savaşmış olurlar, bizler de barış içinde yaşar gideriz.

15 Eylül 2012.

Mahmut TEBERİK

*Batıda Yeni bir Şey Yok. Yazarı: REMARQUE.

Mahmut TEBERİK

21.09.2012 03:08:03

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI