SEÇİMLERİN UYGARLIKLARIN YÜKSELİŞ VE ÇÖKÜŞÜ İLE İLİŞKİSİ NEDİR?

SEÇİMLERİN UYGARLIKLARIN YÜKSELİŞ VE ÇÖKÜŞÜ İLE İLİŞKİSİ NEDİR?






1970’lerin
sonlarında PTT bir pul çıkarmıştı. Traktöre binmiş insanlar, “Çarşıya mı ölüme
mi gidiyoruz” benzeri bir ibare yer alıyordu. 2007’den bu yana, hele de Haziran
2015’ten bu yana seçime mi gidiyoruz, ölüme mi gidiyoruz, belli değil.





Daha
doğrusu herkes bir şeyler hissediyor da, bunun sağlıklı bir gidişat olmadığını,
sürecin her gün daha da kötüleştiğini hissediyor da tanımını yapmakta sıkıntıda
bulunuyor.





Jeolojik
alt üst oluşları, iklimsel alt üst oluşları, dört buzul çağını, doğal
felaketleri bir yana bırakırsak insan uygarlıklarının oluş ve yokoluşu;
gösterdikleri irade, yaptıkları bireysel ve toplumsal seçimlerle ilgili
bulunmaktadır.





Dört
ana soru sorabiliriz:





Uygarlıklar
nasıl oluşur?





Uygarlıkların
yükseliş nedenleri nelerdir?





Uygarlıkların
duraklama nedenleri nelerdir?





Uygarlıkların
çöküş nedenleri nelerdir?





Biraz
daha somutlaştırırsak; Mezopotamya, Mısır, Çin, Pers, Antik Yunan ve Roma
uygarlıkları nasıl oluştu, yükseldi ve çöktü? Çin, Pers, Bağdat, Şam, Libya,
Selçuklu, Osmanlı için neler söylenebilir?





Sovyetler,
Arap Birliği, Yugoslavya, Cumhuriyet Türkiye’si… oluşum, yükseliş, duraklama ve
çöküş süreci nasıl işledi veya işlemektedir?





Sonuçları
ve dışsal bağlamı üzerinden bir tespitte bulunsak, daha gelişmiş olanların daha
azgelişmişleri ele geçirdiği ve yuttuğu gibi konjonktürel bir açıklama yapsak
bile, sonuçta bu dört sorunun mahiyetine, daha esaslı olan içsel sebeplerine
yanıt vermiş olmayız.





İçsel
sebeplere, ana mahiyete gelirsek, insan ve toplumların nasıl bir irade
gösterdikleri, uygarlıkların oluşum, yükseliş, duraklama ve çöküşlerinin ana
motifleri arasındadır. İster İbn Haldun’dan Maciavelli’den Vico’dan, ister
Kant, Hegel, Marx, Nietzsche, Franklin, Lenin, Atatürk’ten hareketle bakalım,
sonuçta tarihin yapıcısı insandır, insan iradesidir.





EGEMENLİĞİN
BİÇİMİ, SEÇİMLER, DEVLETİN MEŞRUİYETİ VE UYGARLIK





İbn
Haldun, Mukaddime’de, devletlerin yükselişini kalem erbabının yükselişiyle
ilişkili sayıyordu. Okumuş yazmışın yükselişi bilim ve felsefenin etkisi, az
çok düşünce özgürlüğü,  egemenlik biçimi anlamına gelir.





Hobbes
Leviathan’da egemenliğin ele geçirilme biçimlerini şu şekilde aktarmaktadır:
“... egemenlik iki yoldan elde edilir. Birincisi ... doğal zor ile ...
edinilmiş devlet... İkincisi, gönüllü olarak ... siyasal bir devlet veya
sözleşme ile kurulmuş bir devlet.../ Pederşahi ve despotik hâkimiyet üzerine.
Zorla kurulmuş bir devlet ... tek tek insanlar veya çok sayıda insan, oy
çokluğu ile, ölüm veya esaret korkusundan, onların hayatını ve özgürlüğünü
elinde tutan insanın veya meclisin bütün eylemlerini kabul ettiklerinde, egemen
güç zorla ele geçirilmiştir./ Despotik devlet nasıl elde edilir. Fetih yoluyla
veya savaşta zafer kazanarak elde edilen hakimiyet, efendi veya sahip anlamına
gelen ... yazarların DESPOTİK dedikleri şeydir ve efendinin uşağı üzerindeki
hakimiyetidir (Hobbes 1992 [1651], s. 130, 147, 150).





Osmanlı;
Hobbes’da “despotizm” veya “pederşahi”, Montesquieu’da “istibdat”, Bodin’de
“zulüm monarşisi”, Pufendorf’da “mutlak monraşi”, Weber’de “patrimonyal
monarşi” olarak adlandırılmaktaydı (Timur, 1994, s. 152). İbn-i Haldun’a göre,
Osmanlı’nın normal yönetim şekli “istibdat”tır. İstibdatı keyfilik boyutuyla
birlikte ele alınca, bu, despotizme denk gelmektedir (Timur 1994, s. 271).
Montesquieu’ya göre “monarşi yönetimi bir kişinin, ama belirli ve yerleşmiş
yasalarla yönetimidir. İstibdat yönetimi ise, bir kişinin yasasız ve kuralsız
olarak kendi istek ve heveslerine göre yönetimidir” (Aron 1986, s. 32).





Hegel’e
göre tekilin ihtiyaçlarının karşılanması, “herkesin herkese bağımlılığı” ile
olanaklı olup “bütünün kendi ihtiyaçlarını karşılaması herkesin işidir”. “Ancak
kanuna itaat eden irade hürdür; çünkü kendi kendisine itaat etmiş olur”;
“Devlet objektifleşmiş akıl olduğuna göre, fert ancak devletin bir üyesi olmak
sıfatıyle objektifliğe, gerçek şahsiyete ve ahlâki bir hayata kavuşabilir
(Hegel, 1881, Tarih Felsefesi Üzerine Dersler, s. 41, Hukuk Felsefesi, 155-156;
Al. Spitz, 1994, s. 253-254). Bu analizler devletin bireye hizmetini garanti
etmiyor, aksine birey ve küçük grupların devlete itaatini meşrulaştırıyor.
Türkiye’deki “ordu-millet bütünlüğü” söylemi de aynı içerikte sayılabilir.





Ancak
bir yandan “devleti kutsamak”, diğer yandan da “aşırı tekilleşme” tekili
(insanı) güvencesiz bırakıp “toplumsal bütünlüğün monadına dönüştürüyor; bir
süreç ki ilerleyen rasyonelleşme, yani insanların standartlaştırılması, artan
gerilemeyle müttefik” hale geliyor (Horkheimer ve Adorno, 1956, s. 36).





Lenin’e
göre “demokrasi, bir devlet biçimidir, devletin çeşitlerinden biridir. Bunun
sonucu olarak, her devlet gibi, bir yandan kişilere karşı zorun, örgütlenmiş,
sistemli olarak kullanımını temsil eder; ama öte yandan, yurttaşların
eşitliğinin biçimsel olarak kabul edilmesi, herkesin devletin yapısını
belirlemede ve onu yönetmede eşit hakka sahip olması da demektir... Silahlı
işçilerin devleti biçiminde de olsa bir devlet makinesini koymak olgusuyla
sonuçlanır” (Lenin 1992: 95-96).





Weber,
demokratik sistemlerde temel disiplin aracının serbest özgür seçimler olduğunu
ileri sürüyor. Türkiye’nin sorunu “serbest, özgür” seçim şartının karşılanıp
karşılanamamasıdır. Eğer seçimlere güven ortadan kalkarsa “liberal demokrasi”
bile meşruiyetini kaybeder, “liberal devlet” bile varoluş sorunları yaşamaya
başlar. Türkiye bu noktaya gelmiş, dahası giderek Osmanlı’nın en bozuk
dönemlerine doğru, geriye doğru bir gidiş halindedir.





D.CEYHUN:
FİLOZOF, ÖĞRETMEN, EDEBİYATÇILARIN ROLÜ





Demirtaş
Ceyhun’a göre, edebiyat, ana belirleyicilerden biri olup özgür düşüncenin yolu
edebiyattır. Bunu





Edebiyat
= Özgür Düşünce





Şairler
(Yazarlar) = Aydınlar





özdeşleştirmeleri
ile formüle etmekte ve çok sistematik olmasa da Antik Yunan, Roma, Osmanlı ve
Cumhuriyet boyunca tarihsel örneklere dayandırmaya çalışmaktadır. Divan
şiirinin gelişimi ile imparatorluğun gelişmesi arasında, Osmanlı yükseliş
dönemi ile divan şiirinin (divan şairleri) yükselişi arasında koşutluk, hatta
organik bağ vardır (D. Ceyhun, “Aydınlarımız ve Laisizm”, 2000:137-140).





İ.
Kant’ın “Aydınlanma”sı, insanın akıldan uzaklaşması veya akla yaklaşması,
K.Marx’ın üretim ilişkileri ve sınıfları üzerinden de okuyabiliriz aynı süreci.
M.Cevdet’in Defne Ormanı şiiri yaşananları ve yaşanacaklara şairene bir tarzda
işaret etmektedir.





Filozofon,
bilim kişilerinin, edebiyatçının, şairin, yazarın, aydının –dahası insanın
kendi aklının yerine “dinciyi/şeriatçıyı”, demokrasi ve özgürlüklerine yerine
şeyhi, şıhı, padişahı, otokratları geçirirseniz, Roma Cumhuriyetinin
cumhuriyetten krallığa geçtikçe, Hıristiyanlaştıkça, Osmanlı’nın kabileler
konfederasyonundan ve divandan padişahlığa, bilim ve felsefeden halife ve
şeyhülislamlığa geçtikçe battığı gibi Türkiye Cumhuriyetinin batışı da çok uzak
gözükmemektedir.





ÇÖKÜŞ
KESİN, DEVRİMLER TOPLUMSAL İRADEYE BAĞLI





Hobbes’un,
Bodin’in, Montesquieu’nun, Kant’ın, Hegel’in, Weber’in, Lenin’in
değerlendirmeleri akli ve bilimsel ilkeleri, demokrasi ve özgürlükleri
uygarlığın şartı sayıyor. Daha ütopik olanı ise, daha gaye olanı ise tüm
insanların özgür, eşit, mutlu yaşayacakları toplum modellerinin oluşmasıdır.





Hobbes’un
modern uygarlık için önceliği “güçler ayrımıdır”. Liberal düzende hak ve
özgürlükleri güçler ayrımı dışında koruma ve sürdürme şansı yoktur. Modern
formda serbest seçimler ve eşit seçim şartları bunun asgarisini
oluşturmaktadır.





Türkiye
ütopyaları bir yana bırakalım, liberal demokrasilerin bile asgarilerinden her
geçen gün uzaklaşıyor.





Çöküş
kesin ve yakındır. Çöküşün sonucu ölüm de devrimler de olabilir - çöküşün
devrime dönüşmesi garanti değildir, bizim alacağımız kararlara, göstereceğimiz
iradeye bağlıdır.





Bilimden,
aydınlanmadan, insanlıktan ve yaşamdan yana toplumsal irade gösterilebilirse
devrimler yakındır.



Adnan Gümüş

8.04.2019 16:09:32

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI