SEL…

SEL…






(Hayatımızın içinden bir öykü)





Eskiden İskenderun’un sırtını dayadığı Amanos Dağları’nın zirvesinden kar eksik olmazdı.





Kış gelince öyle çok kar yağar ve öylesine uzun süre kalırdı ki, bahar aylarında erimeye başladığında, dağdan aşağı deli gibi sel suları akardı.





Ne bulursa önüne katıp, denize kadar götüren suyun şehri basmaması için dağın eteğinden denize kadar uzun bir drenaj kanalı yapılmıştı.





Bazı yıllar su o kadar fazla yükseliyordu ki kanalın kenarındaki set duvarı birkaç kez yükseltilmişti.





Altmışlı yılların sonuna geliyorduk. O kış da hem kar hem de yağmur yine çok fazla yağdı. Sağanak halindeki yağmur birkaç gün ara veriyor, sonra yine başlıyordu. Bir başladığı zaman da hiç durmadan günlerce sürüyordu.





Böyle durumlarda oturduğumuz mahallenin toprak sokakları vıcık vıcık çamur oluyor, yürünmez hale geliyordu.









Bakkala gidip gelirken ayağım çamura saplanıyor, ayağımı kurtarmak için çekince ayakkabım kalıyordu… Ayakkabımı çamurdan çıkarmaya çalışırken de dengem bozulup, çıplak ayakla çamura basıyordum. Ve bir elimde çamurlu ayakkabım, ayağım çamur içinde eve dönüyordum.





Tabii bu çamuru temizlemek de kolay değildi. Evin önünde küçük ablam söylene söylene maşrapayla su dökerken, ben de ayağımı ve ayakkabılarımı çamurdan temizlemeye çalışıyordum.





Ortanca ağabeyim askerdeydi. En büyük olanla, onun küçüğü ise aynı lokantada garson olarak çalışıyorlardı. Bu yüzden ikisi eve gece geç vakitlerde geliyordu.





Benim bir büyüğüm olan ağabeyim ise tamirhanede kalfalık yapıyordu. O, akşamları eve ötekilerden daha erken geliyordu. Elini yüzünü yıkayıp, yemeğini yedikten sonra dışarı çıkıp, arkadaşlarına takılıyordu.





Yağmurlu havaları annem hiç sevmezdi. Hem romatizması azıyor hem de dışarıdan gelenlerin ıslanması bir yana bir de üstünün başının çamurunu temizlemekle uğraşıyordu.





Evimiz zemin kattaydı. İki odası, bir de mutfağı vardı. Odalarla mutfağın kapıları bir avluya açılıyordu. Annem genişçe bir beton zemini olan avluya ipler gerdirmiş, güneşli günlerde yıkadığı çamaşırları buraya asarak kurutuyordu.









Akşam olmuştu. Evde babam, annem, küçük ağabeyim, ablam ve ben vardık. Gök gürüldedikçe eve yıldırım düşmüş gibi duvarlar titriyordu.





Annem hastaydı. Soğuk algınlığı nedeniyle böbrekleri ağrıyordu.





Ablam sobanın üzerinde ısıttığı tuğlayı beze sarıp, anneme vermiş, annem de böbreğinin üzerine koymuştu. Tuğlanın sıcaklığı sancısına iyi geliyordu.





Saat ilerledikçe yağmurun şiddeti daha da artıyordu. Dışarıdan gelen uğultu içimi ürpertiyordu.





Her yağmur yağdığında kesilen elektrik yine yoktu. Odayı, duvara asılan fanus aydınlatıyordu. Sobanın deliklerinden çıkan alev ışığında değişik gölgeler oluşup, içeriye hareket getiriyordu.





Yaşım küçüktü. Daha okula gitmiyordum.





Yemeğimizi yedikten sonra bir süre sobanın etrafında oturup, zaman geçirdik. Ben içindeki odunların yanarken çıtır çıtır ses çıkardığı sobanın yanında büzüşmüş, ısınmaya çalışıyordum.





Ablam arada bir şey getirmek için odadan çıkıp, bitişikteki mutfağa gitmek için kapıyı açınca içeriye soğuk hava giriyor, babam “ört şu kapıyı” diye bağırıyordu.





Annem karyolada yatıyordu. Ablam, babamla benim için yere döşek sermiş, kendisi de yan taraftaki somyaya yatmıştı. Kalfalık yapan ağabeyin öteki odada uyuyordu.





Korkudan babama iyice sokulmuştum. Annem olsa sarılırdım ama babam kendisiyle yatarken ayaklarımı üzerine attığım için kızıyordu, bu yüzden çekiniyordum.





Soba sönmüştü. Babam fanusu da kapatınca içerisi kapkaranlık olmuştu. Yorganın altında büzüşüp, uyumuşum.





Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gece yarısı babamın bağırtısıyla uyandım…





Aniden uyanmanın sersemliğiyle gözümü açtım. Sanki altımda bir ıslaklık var gibiydi… Önce babamın bana bağırdığını sandım. Korktum.





Ancak bir kez daha “kalkın ulan evi su basmış” diye bağırınca, üzerimdeki yorganı ittirip de, yataktan nasıl kalktığımı, daha doğrusu kalkamadığımı bilmiyorum.





Ayağa kalkmaya çalışırken dengemi kaybettim ve kolumun üzerine odaya dolan suyun içine düştüm.





Babam yatağın üzerinde ayakta duruyordu. Annemle, ablam da uyanmıştı. Onlar yukarıda olduklarından ıslanmamışlardı ama babamla ikimizin durumu fenaydı.





Odanın içi soğuk ve karanlıktı. Babam kapıya yaklaştı, açmak istedi, zorlandı. Kapı dışa doğru açılıyordu. Biraz uğraşınca açmayı başardı.





Dışarısı göle dönmüştü. Ben, babamın arkasında duruyordum.





Annem ve ablam yataklarından inmemişlerdi. Ağabeyim avluda suyun içinde durmuş bizi seyrediyordu.





“Evin içine su dolmuş”, dedi, babama…





Babam hiç sesini çıkarmadı. Gitti odanın bitişiğindeki mutfak kapısını da açtı. Açar açmaz da öfkeyle küfretti… Mutfak da suyla doluydu.





Yağmur durmadan yağıyordu. Evin önünde çamurla karışık su birikmişti.





Bitişik evde oturan en büyük ağabeyim, eşi ve çocuklarıyla birlikte avluya çıkmıştı. İki aile yan yana evlerde oturuyor, aynı avluyu kullanıyorduk.





Babam önce annemi sırtladı, ardından ablamı, ikinci kattaki ev sahibimize çıkardı. Ağabeyim de kendi ailesini aynı şekilde yukarıya taşıdı.





Annem, babamın sırtından inip, ayaklarını ikinci katın merdivenlerine basarken, ben dizime kadar suyun içinde onları seyrediyordum.





Merdiven dışarıdaydı ve kısa sürede yağmurdan hepimiz ıslanmıştık.





O ortamda annemim aklına ağabeylerim geldi.





“Çocuklar işten dönmedi mi daha?” diye sordu, babama...





“Her tarafı sel basmış. Nasıl gelsinler?” dedi, babam, öfkeyle.





Annem korktu. Telaşlandı. Dışarıda tufan vardı. Yağmur, sel, gök gürültüsü insan seslerine karışıyordu...





Ev sahibi fanus ve mum aydınlığında sobayı yakmaya çalışırken, babam ve ağabeyim evden yeni kıyafetler getirdi, üzerimizi değiştirdik. Özellikle babam ve ben çok ıslanmıştık.





Sabaha karşı işten dönen ağabeylerim eve geldi. Anlattıklarına göre bisikletle eve gelirken sel sularından geçemeyip, geri dönmek zorunda kalmışlardı. Geceyi çalıştıkları lokantada geçirip, yağmur durunca eve gelmişlerdi.





İskenderun’u sel basmıştı. Selin nedeni dağdan gelen yağmur sularının drenaj kanalını taşırmasıydı. Kanal duvarlarının üzerinden aşan çamurla karışık sel suları, köprüleri bile yıkmıştı.





Anlatılanlara göre cadde ve sokaklardan denize doğru akan sular arabaları, eşyaları, hızarlardaki koca koca kütükleri sürükleyip, götürmüştü.





Bu arada denizin yükselmesi ise yaşanan afeti daha da büyütmüştü…





Annem ve ablam, evimize dolan çamuru temizlemek için günlerce uğraştı. Eşyamızın birçoğunu atmak zorunda kaldık. Annem hasta halinde çalışırken,





“Allah’ım sen, beni, el alemin şu berbat evlerinden kurtar”, diye dua ediyordu.





Ne annemin kaderi değişti ne de İskenderun’un…!



Tuncay DAĞLI

30.03.2023 21:44:47

YAZARLAR


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI