“ŞİZOFRENİ” DEDİKLLERİ…

“ŞİZOFRENİ” DEDİKLLERİ…


“Şizofreni” dedikleri şeyin “bipolar/manik-depresif” dedikleri şeyden ayrıldığı noktayı ben şöyle değerlendiriyorum. “Şizofreni” durumuna giren bireyin maruz kaldığı aile ortamı çok daha ağır özellikler taşıyor. “Manik depresif” denen şeyde “şımartma ve ihmal” öne çıkarken, “şizofreni” dedikleri şeyde, hemen her zaman “örselenme” de mevcut.
Üzerinde ağır bir damgalama etkisi olan bir psikiyatrik teşhis. Korkutucu üstelik. Ölümcül hastalık kanser gibi, AIDS gibi. Damgayı yiyen kişinin, ailesinin, yakınlarının hayatını karartan bir yüke sahip.
Çünkü geçmez diyorlar. Ömür boyu sürermiş.
Psikiyatristler ilgilenmiş başlangıcından itibaren. Çözümü de bulabilmiş değiller. Yüzyıldan uzun bir süredir kullanılan bir teşhis. Kelime anlamı bölünmüş/yarılmış zihin.
Onca yıla rağmen psikiyatristlerin, tanımında tam anlaşabildiği bir teşhis değil fakat. Tam bir çerçeve tanımı yok hâlâ.
TEŞHİS NASIL?
Gerçek dışı düşünceler, ses duymalar, halüsinasyon görmeler vb. varsa, teşhis koyuyorlar. Ama çoğu zaman “manik depresif” (bipolar) dedikleri durumla karıştırıyorlar. Benzerlikleri çok yüksek çünkü. “Bipolar” dedikleri şeyi de zaten doğru dürüst bildikleri, anladıkları söylenemez. Teşhisin çok da önemi yok ayrıca. Psikiyatride “doğru teşhis” diye bir şey mi var? Hepsi afaki tanımlamalar.
Koydukları teşhisin verecekleri ilaçların neler olacağını belirlemede bir etkisi var, sanki o ilaçlar herhangi bir “iyileştirici” etkiye sahipmiş gibi.
“Şizofrenide” kullandıkları “ilaçlar” ağırlıklı olarak “yatıştırıcı” maddeler. Risperdal, Zyprexa, Seroquel gibi ağır ilaçlar. Bunları kullananlar iflah olmaz. Ömür boyu zombi gibi yaşamaya mahkûm olurlar.
Uzun süre kullananların yaşam süreleri 10-15 yıl kısalır, zira bu ilaçlar insanın sinir sistemini mahveder ve uzun süre kullanıldığında sinir sistemi iflas eder ve organlar çalışmamaya başlar. İntihar oranlarının yüksekliğini de buna eklediğinizde, erken ölüm sürpriz değildir.
Sebepleri neler peki? Psikiyatriye göre biyolojik. Beyin biyokimyasındaki bozukluk. Genetik de çok önemli bir faktörmüş. Kanıt? Yok. Hangi psikiyatrik iddianın kanıtı var ki?
Aile, yaşam koşulları sebep olmazmış buna. Dolayısıyla psikolojik yardım çabasının da bir anlamı olmazmış. Biyokimyasal bir durum ise bu, ilaçlarla müdahale edilmeliymiş.
ÇÖZÜM VAR MI?
Yokmuş. Öyle diyor psikiyatristler. Ömür boyu sürermiş. Çözüm yok diyorlar ve çözüme yönelik başarılı girişimleri de yok sayıyorlar. Doğrusunu psikiyatristler bilirmiş. Bir uzmanlık hegemonyasıoluşturmuşlar ve bunu kaybetmemek için her türlü kirli yola başvurmaktan da çekinmiyorlar.
OYSA ÇÖZÜM VAR
İki çok başarılı uygulama var bu alanda. Birisi bir psikiyatrist, diğeri bir psikolog tarafından gerçekleştirilmiş. Şu an hayatta olmayan Amerikalı psikiyatrist Loren Mosher ve çalışmalarını başarıyla devam ettiren Finlandiyalı psikolog Jaakko Seikkula.
Soteria Projesi, Loren Mosher’ın 1970’lerden itibaren başarıyla uyguladığı bir “sosyal hizmet” çalışması. Yaygınlaşmaması için ellerinden geleni yaptılar, engellediler. Açık Diyalog (Open Dialogue) ise, Jaakko Seikkula’nın 1990’lardan itibaren uyguladığı, yine bir “sosyal hizmet” çalışması. Bunun da Finlandiya’da sadece bir bölgede uygulanmasına fırsat veriyorlar, onca etkili sonuçlarına rağmen Finlandiya’da bile yaygınlaşmasına fırsat tanımıyorlar.
SEBEPLERİ BİLİRSENİZ, NASIL ÇÖZÜM YARATACAĞINIZI DA BULURSUNUZ
Psikiyatrik safsatadan kurtulmak gerek önce. Genetikmiş, beyin biyokimyasıymış, içi boş iddialar bunlar. Geçerliliği yok.
Bakacağınız yer “deneyim” alanı. O kişi neler yaşamış. Hangi etkiler altında kalmış. Tabii aileye bakacaksınız her şeyden önce. Ebeveyn-çocuk ilişkisine.
Şizofreni ile ilgili bir açıklamayı ta 1956’da bir sosyal bilimci yaptı. Gregory Bateson adlı İngiliz antropolog, “double bind” (ikili çıkmaz, ikili kıskaç) adını verdiği bir durumu tanımladı. Ebeveynin çocuğuyla ilişkisinde süren “tutarsız iletişimi” tanımladı bir bakıma.
Klasik örnek şöyleydi:
Genç bir adam hastanede yatıyor. Annesi ziyaretine geliyor. Genç adam annesine doğru yöneliyor, sarılmak, hoş geldin demek için. Anne kendini geri çekiyor. Geri çekildiğinin de farkında değil büyük ihtimalle. Çünkü yirmi saniye sonra filan şöyle konuşuyor: “Ziyaretine geldim, bir sarılıp öpmedin bile.”
Ne yapsın genç adam? Sarılmak istese anne izin vermiyor. Uzak dursa anne bu sefer şikayet ediyor. Hani “iki ucu boklu değnek” derler ya, öyle bir durum.
Bateson, çok basit bir gözleme ve tespite dayanarak “double bind” kavramını bulmuştu. Ama burun kıvırdılar, geçersizliği bugüne kadar gösterilmemiş bu önemli tespit, öylece rafa kaldırıldı.
Oysa çok önemliydi.
Şimdi ben o çizgiden devam ederek, “manik-depresif” dedikleri şeyi de, “şizofreni” dedikleri şeyi de, diğer psikiyatrik teşhisleri de (“depresyon”, “anksiyete”, “obsesyon”, “sosyal fobi”…) daha doğru değerlendirmemizi sağlayacak açıklamalar arıyorum.
Önceki yazıda “manik depresif” dedikleri şeyin, ağırlıklı olarak “şımartma ve ihmalin” bir arada oluşuyla alâkalı olduğunu belirtmiştim. “Şizofreni” dedikleri şey de, büyük ölçüde “manik depresif” dedikleri şeye benzer aslında.
Öylesine benzerlikler taşır ki bu ikisi, psikiyatristler çoğu zaman bu ikisini birbirine karıştırırlar. Bu çok doğal aslında, zira “tıbbi bir teşhis” değil ki bunlar. Başta da dedim ya, afaki. O yüzden karışması çok mümkün.
Zaten ben bu teşhislerin hiçbirinin anlamı olmadığını söylüyorum. İnsan, kişilik gelişimi üzerinden baktığınızda, bir “yelpaze” (“spectrum”) içinde ve bir “süreklilik” (“continuum”) taşıyor. Normal, anormal diye ayrımlara hiç girmenize gerek yok. Her insanda görebileceğiniz durumlar olarak değerlendirmeniz gerek.
Örneğin, “manik depresif” dedikleri şeyi açıklamaya çalışırken başvurduğum “görkem” kavramını, neredeyse her bireyde görmeniz mümkün. Hesapsız risk alıp da tepetaklak olan nice insan var. Ne diyeceğiz bu insanlara, hepsini “manik depresif” diye etiketleyelim mi?
Bu teşhise maruz kalanlar, daha da aşırıya kaçıyorlar bu hesapsızlıkta, hayal dünyasında gibiler neredeyse. Eğer erken yaşta bu aşırıya kaymaların berbat sonuçlarını idrak etmesinisağlarsanız, o kişinin kişilik bütünlüğünü oluşturmasını da sağlayabilirsiniz.
Yeri gelmişken vurgulayayım, bu ağır sorunları yaşayan kişilere etkili bir yardımın sunulması erken yaşlarda mümkün.
Örneğin Soteria Projesi’nde, Loren Mosher, Soteria Evi’ne, daha önce hastaneye yatmamış, uzun süre ilaç kullanmamış 18-23 yaş aralığındaki gençleri kabul ediyordu. Başarı oranları da çok yüksekti. Sonra uygulamayı sulandırdılar ve her yaş grubunu ve hastanede uzun süre yatmış kişileri de dâhil ettiler ve başarı oranı düştü.
“Şizofreni” dedikleri şeyin “bipolar/manik-depresif” dedikleri şeyden ayrıldığı noktayı ben şöyle değerlendiriyorum. “Şizofreni” durumuna giren bireyin maruz kaldığı aile ortamı çok daha ağır özellikler taşıyor.
“Manik depresif” denen şeyde “şımartma ve ihmal” öne çıkarken, “şizofreni” dedikleri şeyde, hemen her zaman “örselenme” de mevcut. Fiziksel örseleme, duygusal örseleme, ikisi birlikte.
“Şizofreni”yi unutun bir an için. Şöyle bir liste yaptım, olumsuz aile ortamında yaşananlarla ilgili:
- Şımartma
- Korumacılık
- Katı kontrol - baskıcılık
- Fiziksel örseleme
- Duygusal örseleme - aşağılama
- Duygusal soğukluk, temassızlık
- Hırs - aşırı talep
- İhmal - ebeveyn bencilliği
- Tutarsızlık - hem bir ebeveynin içinde, hem iki ebeveyn arasında (“ikili kıskaç” durumları)
- Dengesizlik
- Çatışma, gerginlik- karı-koca arasında
Bu listede yer alan olumsuzlukların birçoğu bir aile ortamında mevcut olabilir. O durumda, çok ağır bir “şizofreni” ile karşılaşacağımızı bilmemiz gerekir.
KİŞİLİK BÜTÜNLÜĞÜ SORUNU
Japonya’da 2002 yılının sonuna doğru çok çok önemli bir adım atıldı. “Şizofreni” kelimesini kullanımdan kaldırdılar.
Buna “bütünlük sorunu” dediler (“integrative disorder”; Japoncası “Togo Shitcho Sho”).
Bu sayede “şizofreni” dendiğinde herkesin korktuğu, kaçtığı bir şeyken, “bütünlük sorunu” tanımı, hem o durumu yaşayan kişinin, hem yakınlarının durumu daha iyi anlamasını ve kabullenmesini sağladı.
Ben de benzer bir şekilde “kişilik bütünlüğü sorunu” diyorum buna.
Az önce olumsuz aile ortamında yaşananlar listesi verdim ya, yakından bakın bir daha. Bu olumsuz durumların birkaçını, hele de çoğunu yaşayan bir çocuğun, “kişilik gelişiminin” nasıl bir bütünlüğe ulaşabileceğini sorun sonra kendinize.
Zor, değil mi? İmkânsız hatta. Bilhassa örselenme giriyorsa işin içine, ki benim karşılaştığım örneklerde olmayanına rastlamadım, kişilik zemin bulamıyor dengeli bir gelişimi oluşturabilmek için.
Ama yıllar önce ağırlıklı olarak bu örselenmeye bakıyordum. Örselemenin klasik tanımıyla yapıyordum üstelik bunu. Oysa, şimdi biliyorum ki, şımartma da bir örselemedir. Zaten ayrıca, şımartılmış çocuklar, belli bir yaşa geldiklerinde ve ebeveyn çocuğa artık söz geçiremediğinde, fiziksel şiddetle de karşılaşıyorlar. Ama fiziksel şiddet olmasa da, ben o dengesiz ebeveyn tutum ve tavırlarının “şizofreni” dedikleri “kişilik bütünlüğü” sorununa yol açıyor olduğunu biliyorum artık.
Hırs ve aşırı talep varsa ebeveynin tutumunda, o durumda da “görkem” yine “manik depresif” dedikleri şeyde olduğu gibi karşımıza çıkıyor. Arada bir fark var ama. “Manik depresif” durumda “görkem”, hemen her zaman “şişmiş özgüvenle” alakalıyken, “şizofrenide”, çoğu zaman “zayıf özgüvenle” kendini gösteriyor.
Karikatürlere sıkça konu olan, kendini peygamber zannetmesi, Napolyon gibi ünlü liderlerden biri zannetmesi, işte bu zayıflığı telafi etme işlevini üstleniyor. Bir başka işlevi daha var bu büründüğü kişiliklerin; ağır travmalar (örselenmeler) yaşayan bu kişi, öyle güçlü bir kişiliğe büründüğünde “dokunulmaz kılıyor” kendini. Artık kimse ona bir şey yapamaz.
NASIL YARDIMCI OLACAĞIZ PEKİ?
Bir kere ilaçtan uzak duracağız, bunun tartışması yok. Çok etkili bir araştırma var elimizde. Bu teşhise maruz kalmış yüz küsur kişiyi 20 yıl takip eden bir araştırma.
İlaç alanlarda çalışma hayatına dâhil olacak şekilde toparlayanların oranı %5.
Hiç ilaç kullanmayanlarda, bu oran %40. İlaç almayıp başka bir yardım programına da katılmış filan değil bu insanlar.
Yani, yardımcı olmak adına bırakın ilaç vermemeyi, o insanları kendi hallerine bıraktığınızda, bir süre sonra bu insanlar, en azından %40’ı, bir şekilde yaşamlarını sürdürebilecek kadar toparlanıyorlar.
Yukarıda hatırlayın, normal-anormal ayrımlarını bırakın, teşhis koymaya da kalkışmayın, demiştim. Yine hatırlayın, insanın kişilik gelişimi bir yelpaze içinde ve süreklilik içinde gerçekleşir, demiştim.
İşte bunu gözetmemiz lazım.
Erken yaşta yardım için başvururlarsa da, yani kabaca 18-25 yaş aralığında, o kişilik bütünlüğünü oluşturması için yardımcı olalım.
Zaten biliyor musunuz, tüm “psikiyatrik teşhis durumları” en yoğun olarak 18-25 yaş aralığında ortaya çıkıyor.
Neden?
Bireyin aileden ayrışmaya başlayarak kendi kişiliğini kuracağı, yolunu bulacağı en önemli yaş dönemi bu da ondan.
Hep ergenlik döneminin öneminden dem vurulur, uzmanlar hep bunu öne çıkarırlar. Evet, önemlidir önemli olmasına, ama o kadar da kritik öneme sahip değildir.
Çok daha önem vermemiz gereken yaş dönemi 18-25 yaş dönemidir.
Ama bunu da başka bir yazıda ele alayım.
Üstün Öngel

Üstün ÖNGEL

22.07.2019 13:02:03

YAZARLAR


ADANA-BELEMEDİK TURİSTİK TREN SEFERLERİ BAŞLAYACAK

MHP İL BAŞKANI KANLI: 31 MART SEÇİMLERİ HALKIN MEVSİMSEL TERCİHİ"

ADANA’DAN DÜNYAYA SEVGİ, DOSTLUK VE BARIŞ MESAJI

SEYHAN NEHRİ ÜZERİNDE VOLEYBOL, TENİS VE KONSER

ANADOLU EMEKLİLER DERNEĞİNDEN DAYANIŞMA

YÜREĞİR BELEDİYESİ PORTAKAL ÇİÇEĞİ KARNAVALI’NDA

KAYIP ALTIN KEMER ŞAMPİYON GÜREŞÇİDE

ULUSLARARASI FOTOĞRAFLAR ADANA TEPEBAĞ’DA GÖRÜCÜYE ÇIKTI

ÇALIŞANLAR ARTIK ‘RUH SAĞLIĞI İZNİ’ DE ALIYOR!

ABB BAŞKANI MEZUN OLDUĞU LİSAYİ ZİYARET ETTİ

TEKİN: MUHTARLARIMIZLA HİZMET SÖZLEŞMESİ YAPACAĞIZ

ADANA PORTAKAL ÇİÇEĞİ KARNAVALI’NDA REKOR MERT DEMİR KONSERİNDE

BU BESİNLER, ALZHEİMER VE PARKİNSON RİSKİNİ AZALTIYOR!

"YANGINDAN MAL MI KAÇIRIYORSUNUZ?"

DÜNYA SANAT GÜNÜ’NDE ÜÇ SANATÇIYA ÖDÜL

İLACA ERİŞİM ENGELLENEMEZ!

BİRİKTİRME HASTALIĞI BELİRTİLERİ!