Solun Nezaketle İmtihanı

Solun Nezaketle İmtihanı

Nihayetinde birkaç aklıselim çıktı da, “ne oluyoruz arkadaşlar, herkes kendine gelsin” dedi. Uyarıların topyekûn sonuç değiştireceğini düşünmesem de, kendi gibi düşünmeyenlere kin kusan, nefretle ve hiddetle yaklaşanlar cephesinde küçük bir kopma bile memnuniyet verecek bize. O kadar geri bir noktaya çektik yani insani mevziimizi, küçük bir soru işareti doğmasına, bir “acaba”ya bile fitiz. “Yazanlar haklı, sanırım yanlış yapıyoruz”u duysak, devrim olmuş gibi sevineceğiz neredeyse.

Özellikle sosyal medya üzerinden ve daha çok da müstear isimle sağa sola hakaret etmenin ve küfür sallamanın meziyet kabul edildiği, arkadaş âlemlerinde hava atmanın vesilesi sayıldığı günlerden geçiyoruz. “Bizim delikanlı, almış twitter’den ‘İnönü Karasamut’ ismiyle sahte hesap, sabah akşam İnönü Alpat’la, Samut Karabulut’a (Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı) laf sokuyor.”

Bravo, büyük iş yapıyor. Zeki olduğu da su götürmez hani. Kimin aklına gelir, sözcüklerle böylesine oynamak.

Sözcüklerle oynama ustası Can Yücel’dir. Takma isimle küfür edeceğine, küfrün üstadı Can Yücel’den iki dize okusa, yaptığı haltın farkına varacak. Aynı Can Yücel vakti zamanında üyesi olduğu ÖDP’ye şu dizeleri yazmıştı:“Ölüm tarafından asla asimile edilmemiş bir yurttaşınız olarak / dayanıyorum dayanışma kapınıza/ yaşasın özgürlük diye haykırarak.” Can Yücel sonra hayatı terk etti. ÖDP ve hayat İnönü Karasamut’a kaldı demek, yazık.

BHH’nin seçimlerdeki tavrını açıklamasının ardından, twitter’de BHH’liler için “o ulusalcı köpeklerin HDP’ye gelmediği iyi oldu” diyen delikanlıyı Cemil Bayık’ın “BHH, CHP’yle de HDP’yle de ittifak yapsa zarar görürdü. En doğru tercihi yapıp dayanışmayı seçti” diyen inceliğini anlamaya çağıralım, başka yapacak bir şey yok çünkü.

Bir değil, beş değil, on beş bile değil. O kadar çok ki bu tür. İşitmediğimiz hakaretlere, küfürlere şükrediyor hale geldik. Biri çıkıp da demiyor mu, “Ne oluyoruz arkadaşlar, kötülüğe, cehalete, hiddete teslim olanlar, iyiliğe, bilgiye, sevgiye nasıl talip olur” diye.

Evet sanırım sevgisizlikten kaynaklanıyor her şey. Birbirimizle anlaşamamak, farklı düşünmek doğal, ama bu denli sevgisizlik anlaşılabilir değil. Demek başka bir sorun var ortada. Nezaketi, inceliği, asaleti mumla arıyoruz. Gülten Akın, kimi solculara bakıp da mı yazmıştır acaba şu dizesini: “Ahh kimselerin vakti yok/ durup ince şeyleri anlamaya.”

Vakit olmadığı kesin. Dönem hızlı iletişim, hızlı küfür etme dönemi. Farklı politik hassasiyetlere sahip biri iki satır yazı yazdığında ilk küfür edene ödül veriliyor sanırım. Başka bir izahı yok çünkü bu hızın.

Hızın, küfrün ve yer yer tehdidin 2015 seçim sathı mailine girdiğimiz şu günlerde tartışmanın bütün taraflarını rahatsız edecek düzeye vardığı, içeriğe kavuştuğu görülmüş olacak ki, önce Birgün gazetesinden Barış İnce bir şeyler yazdı, sonra İleri Haber’de Metin Çulhaoğlu devam etti, son uyarı da Öğrenci Kolektifleri’nden Çağdaş Ersoy’dan geldi.

Üçü de, küfür, tehdit mevzusuna doğrudan girmeyip farklı düşünenlere karşı tahammül çağrısı yaptı, yargılardan, ezberlerden azade bir hayat temenni etti. Ne de olsa 7 Haziran’dan sonra hayat devam edecekti.

Barış İnce dedi ki, “Ben 30’lu yaşlarıma geldim ve bu sekterlikten bıktım. Sosyal medyadaki yorumlar insanı hayattan soğutuyor. Bıkmayan varsa yolu açık olsun. Ama çocuklarımıza bırakabileceğimiz bir ülkemiz olmayacak bilgileri olsun. Eyvallah.”

Metin Çulhaoğlu dedi ki, “Gerçi seçimlere daha var; önümüzdeki birkaç ay içinde neler olup biter, orası da ayrı. Ama bir konuda emin ol: Türkiye, 7 Haziran öncesinde de sonrasında da önemli siyasi gelişmelere sahne olacak. Her gelişmede saflar dalgalanacak, kartlar yeniden karılacak, defter hiç kapanmayacak, yeni sayfalar eklenecektir. Dolayısıyla, 7 Haziran’da sandığa gidip oy kullanırsan (kuşkusuz soldakileri kastediyoruz), kullandığın oy nedeniyle kontrpiyede kalmayacak, açığa düşmeyecek, nedamet getirmek zorunda kalmayacaksın. Yani, kimsenin verdiği oy nedeniyle ‘eli kırılmayacaktır’. O kadar da abartmayalım.”

Çağdaş Ersoy dedi ki, “Ne olur kullandığınız dile, laflarınızın nereye gittiğine dikkat edin. 140 karaktere sığdırılmış siyasi tespitleriniz yüzünden sol içinde ne hukuk ne saygı bırakıyorsunuz. Hepimizin dinlediği şarkıları yazan Grup Yorum’a hakaret ederken dinlediğimiz şarkılara da hakaret ediyorsunuz. İşbirlikçi bunlar dediğiniz Kürt hareketine söverken, 8-9 yaşında elinde taşıyla devlete direnen Kürt çocuğuna da sövüyorsunuz. BHH HDP’yi desteklemedi diye ‘ulusalcı zaten bunlar’ diye veryansın ederken her gün DTCF’de yurtseverlerle beraber faşistlere direnen ÖDP’li dostlarımıza da ulusalcı diyorsunuz. Halkevleri HDP’ye oy verin dedi diye ‘bunlar da Kürt kuyrukçusu oldu, kaç vekile sattınız kendinizi’ derken yıllardır bağımsız bir sosyalist hat örgütlemeye çalışan binlerce insanı da itham ediyorsunuz. Herkesin öngörüsü, tespiti kimi noktalarda farklılaşıyor, farklı taktikler belirliyor, ama mücadelede yan yana geldiğimiz zaman birbirimize bakacak yüzümüz olsun. Biraz dikkatli olun!”

Sendika.Org’da sık yazıyorum. Açıkçası her yazı sonrası, yazının eleştirel kısmı hangi kesimle alakalıysa, onların hışmına uğruyor, eleştiriden memnun olanların takdirine şayan oluyorum.  Kürt hareketini antiemperyalizm, gericilik karşıtlığı üzerinden eleştiriyorum örneğin bir yazıda, başında “TC” rumuzuyla yazanlardan övgüler alıyor, HDP’li olduğunu tahmin ettiğim arkadaşların gazabına uğruyorum. Bir yazı sonra seçimlerde AKP’nin geriletilmesi için HDP’nin barajı aşması gerekir deyince, roller değişiveriyor. Ne “yüzüne tükürülecek adam olmadığım”, ne “tokadı hak ettiğim”  kalıyor; “Kürt kuyrukçuluğu”ndan, “Kürt düşmanlığı”na geçiş hızına yetişemiyorum. “ÖDP düşmanlığım” zaten baki!

Barış İnce’ye, ÖDP’li olduğunu bildiğim müstear ve/veya gerçek isimlerden gelen küfür, hakaret, tehdit mesajlarını göndereyim de, uyarısının ne kadar yerinde olduğunu görsün. Ama Allah’ı var, ne yazarsam yazayım, TKP’lilerden ağırlıkla politik eleştiriler alıyorum, sert ama içinde en ufak hakaret olmadan görüş bildiriyorlar. Bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Sezar’ın hakkı, Sezar’a.

Bu olumsuzluğun bütün sola mâl edilmemesi gerektiğini düşünenlere çevrelerine bakmalarını salık veririm. Maruz kaldığım muameleyi kendi adıma dert ettiğimi düşünen varsa yanılıyor. Bu düşmanca dilden ve ona kaynaklık eden duygudan bir bütün olarak kurtulamazsak, vay halimize!

Kütahya masaj salonu
Elazığ masaj salonu
Konya masaj salonu
Balıkesir masaj salonu

adanaulus

18.03.2015 22:06:33

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI