SORUNLARIN KAYNAĞI VE ÇÖZÜMÜ ÖLDÜRMEK Mİ, YAŞATMAK MI?
Manşet Haber 11.10.2019 11:32:15 0

SORUNLARIN KAYNAĞI VE ÇÖZÜMÜ ÖLDÜRMEK Mİ, YAŞATMAK MI?

SORUNLARIN KAYNAĞI VE ÇÖZÜMÜ ÖLDÜRMEK Mİ, YAŞATMAK MI?






9 Ekim 2019. Türkiye Suriye’ye
bir kez daha ve daha kapsamlı ve daha kalıcı olarak girdi.





“Macera” nitelemesi olumluyor işi, hem gerçekliğinden de
koparıyor, rasyonalitesinden de koparıyor. Türkiye macera aramıyor olsa gerek,
savaş ya da adı nasıl koyulursa koyulsun, bizzat çatışmaların tarafı, yapıcısı,
hazırlayıcısı, tetikleyicisi, hedefi… çeşitli şekilde ve ağır sorumluluklarda
bir çatışmaya doğru gidiyor.





Bunu bilinçsizce yapmadı, iradesizce yapmıyor, bizzat bilinçli
ve iradeli yapıyor. Çok daha gerilere götürülebilir mi bilmiyorum ama en
azından son on yıldır bizzat bu işin tarafı durumunda bulunuyor, planlıyor,
hazırlıyor, giriyor, çatışıyor, ele geçiriyor, kaybediyor, kazanıyor, ölüyor,
öldürüyor.





Sorun nerede, çözüm nerede?





SORUNUN KAYNAĞI VE ÇÖZÜM YOLU
NE?





Sorunlar nereden kaynaklanıyor (şeytan nerede) ve kötülükleri
giderecek çözüm nedir? Sorunların çıkışına, tanımlanmasına ve çözümüne yönelik
genel bir kavrayış, ilke veya ölçüler var mı veya kurgulanabilir mi?





Suriye, Ortadoğu, millet-milliyet sorunları ve tüm dünyadaki
çatışma, savaş, sömürü, işgal ve yıkımlara karşı genel geçer bir ilke olabilir
mi?





Barış fikri, adalet veya eşitlik fikri bunun için yeterli mi?





Barışa, adalete, eşitliği de temel oluşturacak hem daha genel
geçer bir ölçü, hem de Platon’unki gibi soyut “idea”lar (eşitlik ideası, barış
ideası, savaş ideası var mı ki, eşitlik ideası varsa “eşitsizlik”, “iyilik
ideası” varsa “kötülük” imkansız olurdu herhalde) değil de somut bir ölçü var
mı veya kurgulanabilir mi?





SORUNUN KAYNAĞI EL KOYMAK,
ÖLDÜRMEK Mİ?





Sorunun kaynağı “insanın beslenme” ihtiyacı mı, hiç zannetmem.
İşgallerin, savaş ve çatışmaların amacı barış götürmek mi, hiç zannetmem
-Hitler de, ABD de her gittiği yere barış huzur insanlık götürecekti, çoğu
yaptıklarının tam tersini söylüyorlar-.





Sorunun kaynağı insanlığın beslenmesinde veya büyümesinde değil,
nasıl besleneceği veya büyüceğinde, dahası el koymasında, ele geçirmesinde
yatıyor. Roma, Osmanlı, Britanya veya ABD… işgal ettiklerinde sorunlar artıyor,
özgürleştirdiklerinde veya yaşattıklarında değil.





En büyük negasyon, en ağır suç ve ceza öldürmedir, cinayettir.





ÇÖZÜM YOLU YAŞATMAK, YAŞAMAK, ÖZGÜRLEŞMEK Mİ?





Negasyonun negasyonu aslında kendisi ta baştan negasyon değil
olumlama olan “yaşatma” ve “yaşama”dır.





İster müzakere (sözleşmeci) ister doğal hukukçu bakılsın, isten
materyalist ister teleolojik veya idealist bakılmış olsun, ister bilimsel ister
etik bakılmış olsun, çok bir şey fark etmez.





Mitsel düşünce ve Tanrı kültlerini temel miti yaratmak ve
sanatçılıktır, yaratma, yaşatmadır. Hipokrat yeminin de, Platon’un demiurgos’u
ve iyilik ideasının da, Aristoteles’in Nikamakos’a Etik’inin de, Kant’ın Pratik
Aklının maksiminin (kategorik emperatifinin) de, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesinin de, demokratik anayasa ve demokratik rejimlerin de,
sosyalistlerin komünistlerin materyalizmleri ve kullanım değerinin de birinci
maddesi yaşama hakkıdır.





Ölçü yaşatmak ve yaşamaktır, her tür eylem asgari olarak
yaşatmaya ve yaşamaya yönelik olmalıdır.





Şiddetin esası zarar vermedir. Soykırım, yok etme ve işgal en
büyük şiddettir. Savunma savaşları işgalcinin şiddetine karşı şiddettir, ama
sonuçta yine şiddettir. Evrensel bir ilke aranıyorsa, bilimler için de insan
toplum doğa için de bu genel ilke “yaşatmak” ve “yaşamak” olacaktır.





Erdemlerin en büyüğü (en büyük hayır) yaşatmadır.





Adaletin, eşitliğin, cesaretin, demokrasinin ölçüsü yaşatmadır.





İyiliğin ölçüsü yaşatmadır.





Yaşatma ve yaşama en somut ve en genel ölçü olarak kabul
edilebilir. Gerek kişisel gerek kurumsal, ulusal veya dış güçler olarak ana
yaklaşım; yaşatmak ve yaşamak olursa tüm sorunlar için asgari müşterek bulunmuş
olacaktır.





MÜDAHALEDE AMAÇ ÖZGÜRLEŞTİRMEK Mİ, YAŞATMAK MI?





Çok genel olarak hiçbir kişi veya kurum “Öldürmek istemez”
denebilir de “Üstün gelmek, genişlemek, el koymak” istemez mi?





İşte bazıları böyle yapıyor.





Ya Türkiye veya Erdoğan, ya Rusya veya Putin?





Ya ABD? Ya Suriye veya Esat?





Muhalifleri öldürüyorsa?





Aynı sorular bütün taraflar için geçerli. Kim el koyuyor,
yaralıyor, öldürüyorsa karşı çıkmak, kim yaşatıyorsa destek olmak gerekiyor.
Yaşamın yanında, toplumun, doğanın, insanın yanında yer almak gerekiyor.



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°