“SÖYLENECEK” SÖZLERİM VAR…

“SÖYLENECEK” SÖZLERİM VAR…

 

Öyle düşündüğünüz gibi değil…
Ne zamana dek sürecek bilmiyorum ama, haftanın beş günü olmayacağını biliyorum; belki bir, iki…
Yazmak, bir tutku…
Bir kez yazmaya başladığınızda; bir soluk alma zamanı beklemek isteseniz, izne ayrılsanız, başka uğraşalar peşinde olduğunuzu belirtseniz de…
“Söylemek istediklerinizi” söyleme istemi sizi dellendirir!
Öyle “söylenecek” sözlerinizin, “söylenmeyişine” kızarsınız…
Böyle bir “olgunun” herkeste olduğuna inanıyorum; bunu kimi yazarak/ paylaşarak yerine getiriyor, kimi iki/ üç kişi arasında konuşarak…
Ancak bu köşede yer alan/ yazılanlarla, iki kişi arasında geçen paylaşım birbirinden oldukça değişik özellik taşır; konuşulanları yadsırsın, yazılanları asla…
Bu güne değin yazdıklarımın altına yeniden/ düşünmeden adımı yazarım!
Şunu söylüyorum:
“Söylenecek” sözlerimi biriktirmek istemiyorum; arada bir de olsa buradayım…
***
Yazılanı yadsımak…
Sosyal medyada yer alan bazı isimlerin yaptığını hiçbir zaman yerli/ yerinde bulmadım!
Geçtiğimiz günlerde şu an da/ geçmişte de Anakent Belediyesi’nde çakışan biri, yaptığı paylaşımında benimsemediğim/ yazmasa daha iyi olurdu diyeceğim türden “sözde” savunma yaptı!
Gerekli miydi; hayır! Saçmalıktı!
Sosyal medyada farklı pozlar vererek, her farklı pozu ideolojiyle pekiştirerek, altına güzel sözcükler dizerek, “farklığını” gösterme davranışının ne anlama geldiğini psikologlara sormak gerekse de, kendi açımdan “hoş” bulmadığım bir olgu!
Paylaşımda, önceki belediye döneminde yazdıklarını anlatırken “ o süreçte herkes güzel sözler söylüyordu” diyor; haklıdır, birkaç yazıda savunduğumu yadsıyacak değilim. Ancak kim olursa/ olsun “liderim” olduğunu kimse için diyecek değilim…
Ayrıca Başkan Zeydan Karalar’ın aday oluş aşamasını benimsemediğimi, aday olmasının ardından desteklediğimi, şu an benimsemediğim birçok oluşum içinde olduğunu da yasdıyamam; gazetede, internet arama motorunda tamamına ulaşılması olası…
Asıl aklı zorlayan şu:
O gün, o koşullarda yazdıklarınızı neden silme gereği duydunuz, ya da anımsatanları neden arkadaşlıktan çıkardınız?
Köşe yazmak, sosyal medyada yazmak değil; onu anımsatmak istedim!
***
Hafta içinde karşılaştığım biri sordu;
“İsrail’deki olaylar konusunda ne düşünüyorsun?”
Şunu sordum:
“İsrail’in, Osmanlı İmparatorluğu döneminde alınan kararla, Kudüs’ün her üç din için kutsal sayılması, birbirilerinin inançlarıyla uğraşılmaması kararı aldığını, ancak ikinci dünya savaşının ardından yerli toprak satan işbirlikçilerin geleceği kararttığını biliyor muydun?”
“Yok” dedi!
“Bak ülkede kuraklıktan dolayı tahıl verimi düşük olacağı söyleniyor, asgari ücret bir ay yetmiyor, politikacılar toplumsal konulara duyarsız, covid 19 sürecinde yaşanan sıkıntı büyüyor, eğitim bir karabasan/ bir kuşak duyarsızlıkla yok sayılıyor… Yaşama buradan bakmayı denesek, Yunus’un dediği gibi ‘ilim ilim bilmektir/ ilim kendin bilmektir/ sen kendini bilmezsin/ ya nice okumaktır’ bakışından yararlanarak yaşamımıza yön vermeye çalışsak daha iyi olmaz mı?”
“İki çocuğum var, ikisi de erkek, lise mezunu, büyüğü otuz/ küçüğü yirmibeş yaşında, yükseğini okutamadım, okutsam ne olacaktı bilmiyorum da…”
Biraz önceki sorduğu “İsrail” sorusunun pişmanlığını, yanıtımın yaşamında yer bulduğu söylerinden belli oluyordu. İçini çekti, sözlerini sürdürdü:
“Oyumu son ikin seçim ak partiye verdim. Çocuklar iş bulsun diye bunu yaptım! Adamlar gözlerinin içine bakıyor, oy verdiğinle ilgilenmiyorlar, gönülden bağlanır mısın ona bakıyorlar! Aynı eğitimin içinden gelmişler, aynı saatte kalkmışlar, aynı yemekleri yemişler, aynı kitabı okumuşlar, aynı lideri dinlemişler… Onların bakışı gibi olabilir miyiz ki hiç? Ama bu çocuk işe, aşa, yuvaya gerek duyacaklar mutlaka. Orada bizim çocukları konuşmuyorlar, hep İsrail’i konuşuyorlar!”
“Bu ülkenin insanı yeter ki ayakta durabilecek destek bulabilsin, kendini doyurarak kaynakları kullanabilsin; elbette dünyanın neresinde olursa/ olsun kanayan insan yarası için çözüm arayışına düşer/ düşmeli de. Bundan en küçük kuşkum yok! İçinde bulunduğun koşulları bir düşünsene, sen ne yapabilirsin, ya da senden beklenen ne?”
“Çocuklarım” dedi adam…
***
Yazmak böyle bir şey işte…
Biriyle aranızda geçen söyleşiyi yazdığınızda, birçok okurun yaşamına su serpersiniz.
Birçok okurun da “bunlar içimden geçmişti” demesini sağlarsınız!
Sosyal medyada yazılıp silinen paylaşımlar,
Bir yerde “söz” olsun diye ağızdan kaçırılan sözcük yaşamınızda yer bulabildiği gibi, yazmanızı gerekli kılabiliyor…
Yukarıdaki tümcemi yinelersem…
“Söylenecek” sözlerimi biriktirmek istemiyorum; arada bir de olsa buradayım…


Oktay EROL

2.06.2021 17:24:08

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI