Suçlu muhalefet!

Suçlu muhalefet!

Seçim sonrası yaşananlara baktığımda, en çok ‘yorumlamaya’ çalıştığım olgu şu:

Bunca olanlar karşısında ‘neden’ suçlu aranmaya çalışılıyor; neden hep muhalefet suçlanıyor?

Seçim sonuçları konuşuluyor; suçlu muhalefet!

Devlete ‘paralel yapı’ abanmış; suçlu muhalefet!

Oy sayımına ‘hile’ girmiş; suçlu muhalefet!

Seçim günü ‘kediler’ elektrik kesilmesine neden oluyor; suçlu muhalefet!

Borsa düşüyor; suçlu muhalefet!

Döviz tırmanışa geçiyor; suçlu muhalefet!

Dış dünyada konuşuluyoruz; suçlu muhalefet!

İnsan haklarına verilen önem tartışılıyor; suçlu muhalefet!

Terör eylemleri deniyor; suçlu muhalefet!

Sokaklara iniliyor; suçlu muhalefet!

Suçlu muhalefet!

Suçlu muhalefet!

* * *

Yeryüzünün bir başka dilimi, yeri var mıdır acaba bizdeki gibi?

Oniki yıldır iktidarda olacaksın, değiştirmediğin taş, oynamadığın oyun kalmayacak, tüm bunlara karşın elinin altındaki sırtarık medyanla ‘muhalefet’ üzerine komplolar oluşturacaksın!

Suçlu muhalefet!

Oniki yıl öncesine ‘Eski Türkiye’ diyeceksin…

Bu güne ‘Yeni Türkiye’.

‘Eski’ mi, ‘yeni’ mi, diye soracaksın…

Akıllara almayan bir soru!

* * *

Bir irdeleme…

Eski, denilen yıllarda ‘neler’ yoktu?

Başbakan ‘ne’ demişti:

Ne istediniz de vermedik?

Bu tümceyi, bugün alanlarda hesaba çağırdığı Pensilyanya kaçağına karşı söylemişti…

Evet, bu ülkenin bir yurttaşı olarak bunu bilmek hakkımız!

‘Neler verdiniz Fethullah Gülen’e?’

Neler verdiniz de, bugün yaşananların sorumlusu oldu?

Peki, neden ‘sizin verdiğiniz’ güçle;

Köşe başlarını egemenlikleri altına alanların,

Tele kulak eyleminde bulunanların,

Kermeste çoğalanların,

İlgisiz inançlarına yandaş bulabilenlerin,

Sınav sorusu çalabilenlerin,

Yargıyı sulandıranların,

Ülkeyi çıkmaza sokanların,

Daha da çoğunun…

‘Tek’ sorumlusu neden ‘hep’ muhalefet oldu?

Üstelik ‘Eski Türkiye’de olmayan, ‘Yeni Türkiye’yi çıkmaza sürükleyen bir olguydu bu!

Doğru değil mi?

* * *

Bir ülkenin ‘yaşanılır’ olabilmesinin ana etmeninden biri de, ‘temsil’ edildiğine inanmaktır.

Küçük, büyük…

Az- çok…

Nasıl bir kitleden söz ederseniz edin ‘temsil’ edildiğine ‘inanma’ hakkı vardır.

Yurttaşın elinden alınacak, engellenecek böyle bir ‘hakkı’ çıkmazların en büyüğü olur.

Kitleleri savurur…

Bir ülkeyi yönetecek iktidarlara gereksinim olduğundan çok, iktidarın yaptıklarını ‘izleyecek’ muhalefete de gereksinim vardır…

Unutulmaması gereken; iniki yıllık iktidarın, bu yaşanan süreçte oluşan ‘tüm’ olumsuzlukların nedeni olarak ‘muhalefete’ abanması, ülkemiz seçmenin de bunu ‘haklı’ bulması…

Asıl üzerinde durulması gereken ‘olgu’ da bu…

Oktay EROL

4.05.2014 02:48:15

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI