TARİHE BUGÜNDEN BAKMAK
Manşet Haber 31.05.2020 13:07:03 0

TARİHE BUGÜNDEN BAKMAK

TARİHE BUGÜNDEN BAKMAK


Bana göre tarih, geriye dönüp yargılanamaz. Bugünü esas alırsak; tarih, değişik olgu ve olayların bir araya geldiği farklı bir zamanda, farklı bir mekânda yaşanmıştır. Yaşanmış, olmuş ve bitmiştir artık.





Tarihi yorumlarken, keşke şöyle olsaydı, keşke böyle olsaydı, vb. değerlendirmelerin yeri yoktur.





Ya da o zaman böyle olmuş, şimdi de böyle olsun demenin de alemi yoktur. Bin yıl öncesinin kurallarını bugünün toplumuna dayatma saçmalığına düşülmemelidir.





Ama geleceği yönlendirmek, şekillendirmek için dersler çıkarılmalıdır.





Avrupa, aydınlanma süreci ile yavaş yavaş geçmişi yaşamayı bırakmış, gözünü hep ileriye dikmiştir. Bizde ise halâ geçmişte yaşanmış tarihi olaylar referans alınarak bugün dahi kavga edilmekte, toplum ayrıştırılmaktadır.





Ülkeyi yönetenler, ne zaman ki yönetim yetmezliğine düşseler, ülke ne zaman ki ekonomi krize girse halkın dikkatini dışarıya çevirmekte, dini ve milli duyguları okşamakta ve kaşımaktadırlar.





Bu sıkıntılı ve tartışmalı konulardan birkaç örnek vermek istiyorum.





Birinci örnek;İslamiyetin ilk yüzyılında ortaya çıkan ve Ortadoğu toplumlarını bugün de esaret altına alan mezhep çatışmalarıdır.





Arabistan’da,İslamiyetin başlangıcında bırakın devleti, iki küçük kasabayı -Medine, Mekke-saymazsak şehir bile yoktur. Mekke ve Medine bedevi aşiretlerinin hüküm sürdüğü yerlerdir. Dolayısıyla İslamiyet Allah ve kul arasındaki ilişkileri düzenlemiştir.





Sonradan Emevi, Abbasi ve devamında devlet oluşumu başlayınca o zamanın düşünürleri İslamiyeti devlet düzenine uyarlamaya çalışmışlar, devleti din esaslarına göre düzenlemek için kafa yormuşlardır.





Bu süreç, halkı manipüle etmek, bir arada tutabilmek, vb. çıkarları gereği zamanın hükümdarlarının da işine gelmiştir. Abbasi halifeliği, İrandaki Büyük Selçuklu ve ona bağlı yerel sultanların adeta oyuncağı gibidir. Ancak kendilerini meşrulaştırmak için halifeliğin onayını almak zorundadırlar.





İlk dört halifeden üçü öldürülmüştür. Ebubekir erken ölmeseydi muhtemelen o da öldürülürdü.





Ve sonrasında yüzlerce yıldır yaşanan olaylar, aslında tipik bir iktidar mücadelesiydi. Bu mücadeleler, bu ayrışmalar dini kılıflar geçirilerek sünni-şii, sonrasında bunlarda kendi aralarında bölünerek sürmüşler.





Cumhuriyet bu sonu gelmez tartışmalar ve sonucundaki bölünmelerden gerekli dersi çıkarmış ve bu toplumun harcı, çimentosu ve birleştiricisi olarak laiklik ilkesini getirmiştir.





Problem o tartışmaların bugüne taşınmasıdır. Bugün ülkemizi yönetenler devleti din esaslarına göre yönetmenin asla mümkün olmayacağını bilirler ama işlerine gelmez.





İkinci örnek;Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’e yaklaşımlardır.





Daha 1520 lerde, batı İran, doğu ve Güney Doğu Anadolu’yu yöneten Ak Koyunlu ve Karakoyunlu devletlerişii inancını benimsemişti. II. Bayezit zamanında Anadolu’da isyanlar çıkmış, “ben de bu yayladan şaha giderim” türküleri söyleniyordu.





Yavuz Sultan Selim, buna bir son vermek için Çaldıran savaşında Şah İsmail’i yenmiş ve akabinde Anadolu’daki alevi Türkmenlere karşı kıyım yapılmıştır.





Ama soru şu: Anadolu’da bunlar yaşanırken Ak Koyunlu ve Kara Koyunlular kendi hakimiyetlerindekisünnileri baş tacı mı yapmışlardır?Hayır.O devletlerde yaşayan sünnilerde kıyıma uğramışlardır.





Yani olan her iki taraftaki halka olmuş, inançlarından dolayı eziyeti, zulmü ve işkenceyi onlar çekmişlerdir. Bugün bu tartışmaları sürdürmenin alemi var mıdır?





Üçüncü örnek;Osmanlı-Cumhuriyet karşılaştırmasıdır.





İlk tespit: Osmanlı bizim atalarımızdır, bizim geçmişimizdir. Nokta.





Oğuz boyu,Moğollar ve Kıpçak Türk boylarının sıkıştırmasıyla son durak İzmir ve Aydın olmak üzere Orta Asya’yı terk etmiş, Selçukluların kendilerine yerleşme izni verdiği Marmara’ya, Bizans İmparatorluğuna komşu olacak şekilde yerleşmişlerdir.





Osmanlılar; gaza, talan ve ganimet anlayışı yüzünden büyümüş te büyümüş ve tam altı yüz yıl hüküm sürmüşlerdir. Sonra da 1. Dünya Savaşı ile birlikte diğer imparatorluklar gibi devrini tamamlamış ve tarihteki yerini almıştır.





Öncesindeki ve kendi dönemlerindeki imparatorluklar ne yapmışlarsa Osmanlı da onu yapmıştır.





Şimdi geriye dönüp bugünün bakış açısıyla, bugünün değer yargılarıyla Osmanlı’yı yargılayamazsınız.





Ama dersler çıkarabilirsiniz.





Bu tespitlerden yola çıkarak bugünü ve geleceğinizi şekillendirip yönlendirebilirsiniz.





Dördüncü örnek;Cumhuriyetin ilk dönemine yaklaşımlar.





Osmanlı’da ulema, askerlerden sonra gelen ikinci imtiyazlı gruptu. Yerler, içerler, bir çöp bile üretmezler, karşılığında da reayanın düzene sadık kalmasını sağlarlardı.Cumhuriyetle birlikte imtiyazları, ayrıcalıkları yok olduğu,din ve devlet işlerinin ayrılıp laiklik geldiği için Cumhuriyete toptan karşı çıkıyorlar.





Bazı liberal aydınlar ise Cumhuriyetin ilk dönemindedemokrasi olmadığından dem vuruyorlar.





Bunlara en iyi yanıtı İlber hoca veriyor: O dönemde Avrupa’nın hangi ülkesinde demokrasi vardı da bizde olsun?





Bizim yanıtımız ise şudur:





Sonsöz: Geçmişe takılıp kalmanın, tarihi tartışmaları bugün tekrar sürdürmenin bu ülkeye, bu halka bir faydası yoktur. Tarihi, bugüne uyarlamak için değil, ders çıkarmak için iyi bilmeliyiz.





için ne yapabiliriz?





Gelin canlar bir olalım, bu sorunun yanıtını arayıp kafa yoralım.





31 Mayıs 2020





Mahmut TEBERİK



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

31° / 16.7°