TAŞIN ALTI...
Manşet Haber 21.03.2020 14:52:23 0

TAŞIN ALTI...

TAŞIN ALTI...






Sokaklar geçen haftaki gibi değil!





Toplu taşıma araçlarının koltukları her zaman dolmuyor!





Büyük mağazalar çalışanlarına ard-arda izin veriyor!





Elden geldiğince “aralı” konuşuluyor!





Herkes birbirinden kuşkulu…





Herkese göre de “karşısındaki” potansiyel taşıyıcı!





***





Karşılaştıklarım şakayla karışık da olsa “korkusunu” yansıtıyor!





Kirli/ temiz edindiği bilgiye dayanarak gün içerisinde çokça duyduğumuz, ancak her gün “birbirini” yalanlayan söylemleri yineliyor!





Daha düne değin “yaza dek dayanın, otuz derecenin üstünde yaşama şansı yok” deniyordu; sağlık bakanı bile “bu tümceyi” kuranlardan biri olmuştu!





Bugün, dışarıdan konuk ağırlayan bir televizyona konuşan bilim insanı “yazla-kışla ilişkilendirmeyin, bir-iki yıl corona ile yaşayacağız” dedi.





Elbette savunma yöntemlerine “yenileri” eklenerek…





***





Çocukluğumuzdan beri sağlık çalışanlarından duyarız…





Okullara konferans için gelen sağlıkçılar, “hastalıklara karşı dirençli olmak için, bağışıklık sistemini güçlendirici besinler tüketilmeli, bağışıklı sistemi vücudun savaşçılarıdır” derlerdi.





Bugün de aynısı söyleniyor!





Canan Karatay “kelle paçayla bağışıklık sisteminizi artırın” dediğinde düne değin kızanlar, bugün de kızmayı sürdürüyor!





Karatay, kelle paçanın “ilaç” olduğunu söylemiyor, vücudu zayıf düşürecek virüslere karşı “koruyucu savaşçı” olduğundan söz ediyor!





“Koruyucu savaşçı” denilen de “bağışıklık” sistemi değil mi?





***





Deniyor ki:





“Bağışıklık sistemini güçlendirmek için çiğ sebze/ meyve tüketin, yeşil yapraklı bitkiler, karoten içeren besinler, taze meyve/ sebze suları, uyku düzeni, egzersiz, bol gün ışığı gerekmektedir…”





Bunun yanı sıra el/ yüz temizliği, temizlik, ağız- göz- burana dokunmaktan kaçınma… 





Karoten içeren besinleri sıralayalım:





Havuç, tatlı patates, kayısı, papaya, mango, şeftali, sarı kabak, brokoli, domates, kırmızıbiber…





Pazarda, karoten ürünleri gördüğünde eli “cısss”dan yanmış gibi uzaklaşanları görürsünüz!





***





Son bir haftada yaşananlar, yurttaşları yurdun her yerinde sokaktan uzaklaştırdı!





Halk, sağlıklı yaşamak istiyor!





Ne karşısındakine bulaştırmak, ne de karşısında bulunandan bulaşmasını istemiyor!





Şimdi “asıl” konuşulması gereken; yurttaş, yurttaşın günlük gereksinmelerinin sağlanması, sokağa çıkamadığı günler için yurttaşın geçimi, yurttaşın doğalgazı, yurttaşın elektriği, yurttaşın suyu, yurttaşın borcu…





Tamam, “herkes” karşısındakine göre potansiyel taşıyıcı…





Onun için de yalnız emekçi/ dar gelirli değil, “herkes” taşın altına elini koymalı!





ÖNCELİK YURTTAŞ…





Corona virüs için açıklanan “ekonomik istikrar kalkanı”nı nasıl buldunuz?





İçinde yurttaş, içinde emekçi, içinde üreten, içinde emekli/ esnaf ne denli yer almış?





İnen kepenklerin, kapanan mağazaların, çalışmayan fabrikaların dışarıda bıraktığı işçi ne denli anılmış?





Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan, açlık sınırının altında maaşla “yaşama koşullarına” tutunmaya çalışan, “ek iş” yaparak gereksinmelerini sağlayan yurttaşlar ne denli yer bulmuştu?





Daha önceki “ekonomik istikrar” paketlerini anımsayın…





Adana’da odaların “hükümetimizin ortaya koyduğu ekonomik istikrar paketi ile krizden çıkacağız” diye anlamlandırdıkları paketlerden ayıramadım!





O dönem ortaya koyulan paketlerde “daha çok” tüketilmesi için bazı ürünlerde kdv’ler düşürülmüş, taksitler artırılmış, böylelikle de patronların sıkıntıları giderilmişti!





Yurttaşın “alım gücünün” artırılması için, çiftçinin “üretime” yönelmesi için, emekçinin gereksinmelerini karşılayacak “bedeli” alması için atılımda bulunulmamıştı!





Sokağa çıkmamaları, iyi beslenmeleri, korunmaları için onlarca/ yüzlerce salık verilen kurallar sıralanırken; bunları “nasıl” yapabileceği konusunda açıklayıcı bilgi verilmediği gibi, böyle bir katmanın da olduğu anılmamıştır!





Çoklarını tanıyorum/ biliyorum!





Sokağa çıkmadıkları, ya da işyerlerini açmadıkları her gün için “acı fatura” ile karşılaşacaklar var! Günü yaklaşan kirası, ödemesi, bir de buna günlük gereksinmelerini ekleyin…





Bilim insanları “sağlık” konusunda düşüncelerini anlatırken vergiden, krediden, bankadan, faizden, petrolden söz etmiyor; “sağlık” için “iyi beslenmeden” söz ediyor, unutmayalım!





İyi beslenemeyen, gereksinmelerini sağlayamayan, gereken besini tüketemeyen canlının “aptal/ salpa/ cılız/ cansız” kalacağından söz etmişti yıllar önce Aziz Nesin…





Alınan kararın da “önceliği” ekonomiyle eşgüdümlü olarak “sağlıklı beslenme” olmalıydı!





Öncelik yurttaş olmalıydı!



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°