TOPLUMUN “HÖRGÜCÜ” BİTMİYOR!

TOPLUMUN “HÖRGÜCÜ” BİTMİYOR!

“Biraz daha dişinizi sıkın, sabredin, bugününüze şükredin; 2023’de sorunların tamamı çözülecek” sözünü o denli çok duyuyoruz ki…
İnsanlar yanı başlarında üretilen mevsimlik ürünlere ulaşmakta zorlanıyor,
Yılın başından bu yana kömür bile üç katına çıkıyor,
“İktidarın” orantısız gücüyle satılan Şeker Fabrikaları’nın ardından hem pancar üretimi sorun yaşıyor, hem de şeker ederleri üçe/ beşe katlanıyor,
Özel “ihale yasalarıyla” yapılan Kent Hastaneleri’nde çalışacak sağlıkçılar birer birer yurt dışına çıkmak için girişimde bulunuyor,
Hastane kapılarında kuyruklar uzuyor, çekimler için aylar sonrasına günler veriliyor,
Eczacılar, hastanın gereksindiği ilaçları bulamıyor,
Eczane depoları ilaç dışalımını Euro anlaşmazlığından dolayı ne alabiliyor, ne de eczanelere verebiliyor…
“İktidarın” anlamadığı olgu: biraz daha diş sıkmaktan, biraz daha sabretmekten, biraz daha “şükürcü” olmaktan yorgun/ ağrılı/ acılı bir toplum olduk!
Çığlıkları “ne duymazlaşmışsınız” böyle; duyargalarınız yerinde sanki!
***
Hep sokakların sesini dinliyorduk, hep pazar satıcısının/ alıcısının olduğu yerleri izliyorduk!
Bu yurdun kimi meslek örgütleri de yaşadıkları sıkıntılardan, yaşadıkları zorluklardan dolayı seslerini yükseltmeye çalışıyor!
Anımsarsınız, sağlık çalışanları haklarını istedikleri için “Açık konuşuyorum, varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteyi yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz. Biz asistan doktorlarımız ile buralarda devam ederiz. Daha da ileri gidiyorum; yurtdışından dönmek isteyenlerin dönüşünü sağlar, buralarda görevlendiririz” denildiğinden bu yana yüzlerce doktor yurtdışına çıkmak için başvurduğu ileri sürülüyor!
Bedeli bu halkın sırtından çıkarılacak, üç/ beş yükleniciyi gönendirmek için yapılan her yanı beton duvardan oluşan hastanelerin bugün durumunu bir görün!
İçinde, “insanın/ bilimin” olmadığı bir yapının önemini düşünün…
Hastaneler birer “işyeri”, sakız/ şeker/ balon/ çekirdek satılan mahalle bakkalı gibi; hastalar da “liberalist/ serbest piyasa” ekonomisindeki yolunacak kaz…
Gelinen yer burası…
***
Hastanın, doktordan aldığı reçetede yer alan ilaçları almak için gittiği yer“eczane” mi, yoksa “eczacı” mı?
Adana Eczacılar Odası Başkanı Mürsel Yalbuzdağ, kaygısını belirtirken “eğitimde büyük boşluk var, hiçbir deneyim/ uygulama yapmadan diploma alınıyor, beş yıl sonra yirmibin dolayında ‘Yeni mezun’ aramızda olacak” dediğinde, “eczane/eczacı” ikilemi arasındaki makas ayrımını anlamak olasıydı!
Başkan Yalbuzdağ “laboratuvarı bilmeyen, iki merhemi karıştırmayı görmeyen mezunlar var” dediğinde, gelecekte sağlık konusunda sorunlar yaşanacağını öngörmemek aptallık…
***
Ama en önemlisi de; yaşanan ekonomik bunalım nedeniyle, ulusal paranın “en çok” değer yitiren ülkelerin başında gelmesi, dışarıdan alınacak olan “eczacılık” girdilerine ulaşmanın zorluğu hem eczane sahiplerini, hem hastaları, hem de toplumu kaygılandırıyor olması…
Yurttaş temel gereksinmesini karşılamakta zorlanırken, bir yandan da yaşamın zorluklarını aşmak için çaba harcıyor…
Sağlıklı beslenemiyor, bağışıklığını güçlendirici vitamin alamıyor, yılın on günü de olsa dinlenemiyor…
Şu gerçeği unutmamak gerek:
Duyargaları çalışan bir organizma, yaşadığı acıyı da, tatlıyı da, rahatlığı da, esen serinliği de, kapının anahtar deliğinden sızan soğuk havayı da algılayabilen organizmadır!
Işıldayan korun üzerinde yürüyenin “yangıyı” duyumsaması, “duyargalarının” çalışmadığının da kanıtıdır!
Şunu söylüyorum:
Sağlıklı beslenemeyenin, bağışıklığını güçlendiremeyenin gideceği yer doktor, doktorun yazdığı ilacı alacağı yer de eczanedir; günümüzde başka seçenek yok!
***
Yurttaşın beslenmemesinin nedeni “iktidar”, bağışıklığın güçlenmemesinin nedeni de “iktidar”… Asgari ücretin “açlık sınırı” altında olmasını “ödüllük” gibi anlatan da “iktidar”…
Başkan Yalbuzdağ “hastalarımızın ilaçlarını daha ucuz, daha alınabilir ölçüde olmasını istiyoruz” diyor. Bunun için de birçok kez açıklama yaptıklarını, birçok kez bakanlık düzeyinde görüşmelerin gerçekleştiğini, gelecekte “toplu işsiz” mezunların toplumsal yara olacağını dile getirdiklerini ancak bir sonuç alınmadığını belirtiyor…
Toplumun “hörgücü” bitecek gibi değil; ancak “iktidarın” her konuda sarılacağı “sabır/ şükür” halatı hazır sanki…
Birkaç gün aranızda olmayacağım için, unutmadan göndermemi yapayım: “muhalefet”, hazır olduğunu göstermek zorunda değil misin artık?

Oktay EROL

16.08.2022 14:01:47

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI