TREN YOLCULUKLARI
Manşet Haber 9.09.2020 11:50:57 0

TREN YOLCULUKLARI

TREN YOLCULUKLARI

Trenleri çocukluğumdan beri severim. Kara trenlerin düdük sesleri, her nedense beni oldum olası etkilemiştir. Seyahatlerde, iki ray arasında boşlukların çıkardığı periyodik tıkırt sesleri, beni alır bir yerlere götürür.

Tren yolculuğu uzun sürer. Adeta günümüzün günlük hızlı yaşamına bir tepkidir. Aynı zamanda bir özgürlüktür. Otobüs ya da uçaktaki gibi sıkışık düzen yoktur. Tuvalete gitme sıkıntısı yoktur. Sürekli oturmak zorunda değilsindir. Kalkar gezinirsin, çevreyi seyredersin, gerekirse bir sigara teller, o tıkırt sesleri arasında kendi yaşamını irdeler, sorgular, gözden geçirirsin.

Tren yolculuklarında birde bugünlerde yaşamını yitiren büyük ozanımız Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirindeki kervansarayların duvarlarındaki dörtlükler gelir aklıma.

'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan

Baba ocağından yar kucağından

Bir çiçek dermeden sevgi bağından

Huduttan hududa atılmışım ben'

'Gönlümü çekse de yârin hayali

Aşmaya kudretim yetmez cibali

Yolcuyum bir kuru yaprak misali

Rüzgârın önüne katılmışım ben'

'Garibim namıma Kerem diyorlar

Aslı'mı el almış haram diyorlar

Hastayım derdime verem diyorlar

Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben'

Bu şiirin yazıldığı dönemleri düşünür, yaşamaya çalışırım. Bu şiirde ben Anadolu’nun yaşadığı süreci, insanlığın gelişim evrimini düşünür ve sorgularım. O çağlardaki kervan yolculuklarını, kervansaraylarda yaşanan geceleri düşünürüm.

Ve döner gelirim bugünlere. Yaklaşık on üç saat sürse de tren yolculuğu, bugün gelinen teknolojik düzeyi düşünürüm.

Tren, gecenin karanlığında Anadolu bozkırlarına daldığında her nedense Anadolu’nun gelmişini, geçmişini, Hititlerden günümüze neler yaşandığı, bir film şeridi gibi geçer gözlerimin önünden.

Ve Ahmet ARİF’in ANADOLU’su gelir aklıma.

“Beşikler vermişim Nuh'a

Salıncaklar, hamaklar,

Havva anan dünkü çocuk sayılır,

Anadoluyum ben,

Tanıyor musun ?

…Öyle yıkma kendini,

Öyle mahzun, öyle garip...

Nerede olursan ol,

İçerde, dışarda, derste, sırada,

Yürü üstüne üstüne,

Tükür yüzüne celladın,

Fırsatçının, fesatçının, hayının...

Dayan kitap ile

Dayan iş ile.

Tırnak ile, diş ile,

Umut ile, sevda ile, düş ile

Dayan rüsva etme beni….

Ve Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” şiiri beynimin tüm hücrelerinde yaşam bulurdu.

Vagonların kırk kişilikse yapısı

Seksen memet yüz memet dolu hepisi

Memetçik Memet, Memetçik Memet...

Kitli vagonlarda yoktur merhamet!

Dağ taş memet dolu dağ taş sevkiyat

Gidenler aç susuz, dönenler sakat…

Bir deri bir kemik düşmüş bıyıklar

Memedin ayağında yarım çarıklar

Memetçik Memet, Memetçik Memet...

Memetten Memede yok mu merhamet?...

Dolu dolu yaşardım tren yolculuğunu. Tren 19.30 da Adana’dan çıkıpta Yenice’ye vardığında yemekli vagondaki masama yerleşirdim. Rakı, sigara, birde ben, yani mahşerin üç atlısı; birlikte muhteşem bir gece geçirirdik.

Neler yaşamazdık ki o gecelerde.

-Anadolu halkının çilelerini yaşardık.

-Bu halkın bu çileyi, bu yönetimleri hak etmediğinde hemfikir olurduk.

-Ne, neden, ne zaman, nasıl, kim sorularına yanıtlar arardık.

Çoğu zaman yanımızda başkaları da olurdu. Ahmet DÖRTDEMİR, İlker ALTIOK, Ali ÖZDEMİR, vb. diğer arkadaşlar.

Paylaşırdık duygu, düşüncelerimizi ve birde rakı ve sigaralarımızı.

Ve gecenin 23.30 u, Niğde. Artık yatma vaktidir.

Bazende yatmaz, soğuk kış gecelerinde, ayın altında bembeyaz karlarla örtülmüş Anadolu bozkırlarını seyre dalardım.

Böylesine tutkundum trene ve tren yolculuğuna.

Ahh, nerde o günler…

Mahmut TEBERİK

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°