UCU KAÇTI/ KAÇIYOR…
Manşet Haber 1.12.2020 15:39:45 0

UCU KAÇTI/ KAÇIYOR…

UCU KAÇTI/ KAÇIYOR…



“Ucu kaçtı/ kaçıyor…” Adana’dan tanıdıklarımız, Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den telefonla ulaştıklarımız “işin ucu kaçtı” demekten uzak durmuyor!

Sokaklar yine dolup taşıyor, toplu taşımada yine itişe/ kakışa binişler/ yer bulmalar sürüyor!

Yine test sonucu belirsiz olanlarla, yine test sonucu pozitif çıkanlar aynı yerde/ aynı alanda/ aynı işte/ aynı kapalı alanda/ aynı “belirsiz” havayı solumayı sürdürüyor!

“İktidar” patrona ses yükseltmek,

“İktidar” çalışma ortamlarının denetimini yapmak,

“İktidar” covid 19 için çaba harcamak yerine…

Yapılan yanlışlara karşı “sessiz” durmayı yeğliyor!

Bugün gelinen noktada sıkça yinelenen “ucu kaçtı/ kaçıyor” sözü ondan!

***

İlkokul yıllarımızda iletişim bu denli değildi! Dünyanın düz mü, yoksa yuvarlak mı olduğunu deniz üzerinden gelen bir geminin “önce dumanını, sora direğini, ardından da ana gövdesini” görmemizle açıklanırdı.

Şu eklenirdi, “dünya eğer düz olsaydı, geminin başta tüm gövdesi görünürdü” denirdi!

Günümüzde buna gerek yok!

İnternet arama motorlarından birini açtığınızda görüyorsunuz dünyanın yuvarlak olduğunu!

Kimi ortaçağ kafalılar, günümüzde onu da yadsıyor ya…

***

Bunu şunun için anlattım:

Bazı olayları “en iyi” biçimde anlamak için ille de yaşamak gerekmiyor! Çanakkale Savaşı’nı yaşamamış olsak bile, o günlerden bu günlere ulaşan kalıtlar “ne anlam” taşıdığını gösteriyor!

Covid 19 için yazı, onlarca görsel, onlarca anı, onlarca uyarı duyduk şu ana dek!

Çin’de, Hindistan’da, Avrupa’da yaşanan ağlatılı görüntüleri yurttaşa gösterirken, bir yandan da aldıkları önlemleri, yerine getirilmesi gereken kuralları, yurttaşın/ devletin üzerine düşenleri…

Tüm alınan önlemler arasında, “en güçlüsünün” belli bir süre kapanma olduğunu; bunu başta “ilk görülen ülke” özelliğini taşıyan Çin, ardından Avustralya, Yeni Zelanda uyguladığını/ başarı sağladığını internet arama motorlarından birine sorduğumuzda görüyoruz.

Bilim insanlarının yaptığı açıklamalara göre, covid 19 bulaşısı taşıyan bir hastanın oniki gün içerisinde belirti gösterdiğini, onun için de ondört gün karantina süresinin uygun olduğunu ileri sürüyorlar!

Karantina süresi, ortaya çıkacak sonuca göre de uzatılabilecek!

***

Bir gün önce dört-beş binlerde gösterilen hasta sayısı, birden “gizlenmesi bırakılıp” otuzbine dayanan olgu sayısı ile çeşitli “önlemler” adı altında getirilen uygulamaların ne anlam taşıdığını “bir bilen” yok!

Asıl virüsün dağılım/ yayılım gösterdiği alanlara kayıtsız kalarak, akşamdan sonraya “kapanma” getirmek, aslında işin başından bu yana tutarsız yanı!

Ben bir kaçını biliyorum…

Gereken hava, gereken sayı, gereken aralık, gereken temizlik kurallarını eksiksiz yerine getirmelerine karşın, “yirmiden sonra açmayacaksın” uyarılarıyla karşılaşmaları için unutulan/ savsaklanan/ göz ardı edilen/ görmezden gelinen öyle çok şey var ki…

Gün içerisinde onlarca “bulaşı” sayılacak olayları savsakla, onlarca yığılmayı gözmezden gel, onlarca zorunlu olgunun üzerini kapat…

İlk akşamdan sabaha dek “kısıtlamayı” covid 19 için çözüm say!

***

“Karantina” sözcüğü, dilimize İtalyancadan geçmiş. “Bulaşıcı bir hastalığın yayılmasını önlemek için belli bir bölgenin ya da yerin kontrol altında tutulup giriş çıkışların engellenmesi biçiminde uygulanan sağlık önlemi” biçiminde tanımlanıyor!

Covid 19 için salık verilen süre onbeşgün…

Güçlü devletlerin, bu tür/ buna benzer olgularda yapmaları gereken şey; yurttaşların sağlığını korumak, karantina süresince, yurttaşların “tüm” gereksinmelerini sağlamak, sağlık taramalarını yapmak, pozitif olguları belirlemek/ sağlıklı olanlardan ayırmak, normal yaşama dönüşün koşullarını hazırlamak olmalı…

Bizde öyle olduğunu söylemek,

“İktidarın”, covid 19’u çözümeye odaklı olduğunu düşünmek,

Yaşananların “doğru biçimde” açıklandığını ileri sürmek “haksızlık” olur!

***

Geçtiğimiz hafta içerisinde görüştüklerim, son “günlük veri” açıklamasıyla birlikte evlerine kapanmayı seçti!

Hafta içi Kozan’a gitmişim. Birçok tanıdık/ dost “aman ha aracından inme, uzak duralım, Kozan bildiğin gibi değil” diyerek üç metre öteden konuştu. Günlük yüz “olgudan” söz ediyorlardı; korkunç!

Açıklamalarda ileri sürülen “ kırmızı alarm” yurdun her yerinde “korkuyu” daha da artırırken; gerek dünyada örnekleri bulunan, gerekse bazı bilim insanlarının bilgileri ışığında “onbeş gün süreli kapanma” konusu neden düşünülmez, anlatılabilmiş değil!

Daha çok can mı yanmalı?

Daha çok acı mı yaşanmalı?

“Ucu kaçtı/ kaçıyor” gerçekten!

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°