'YANLIŞI' YİNELEMEK...

'YANLIŞI' YİNELEMEK...

Yılın ilk günlerinde, “güzel dileklerle” başlanan sürecin anlam bulmasını istiyorum.


Bir ocak öncesinde gönderilen umut dolu, gülücük dolu, paylaşım dolu, anlayış dolu, duygu dolu iletiler yerini bulmalı…


Boşa söylenmemiş olmalı onlarca, yüzlerce duyulan…


Boşa söylenmemiş olmalı yüzlerde çiçek açtıran…


Geçtiğimiz yılda yaşanan, toplumu geren, insanları mutsuzluğa iten, pazarı daraltan, işsizliği büyüten nedenler ya da bu konuda yapılan “yanlışlar” anlaşılmış olmalı!


Halka “mutluluk” dilekleri iletmenin başka anlamı olmamalı…


***


Her söylenene olmasa bile, “söyleyenin” içtenliğinden dolayı arkasına kapılıp-gidenlere, onlara inanlara “ne denli safsın” denir!


İçten duyguları “kirletme” pahasına, inandıracağı tüm “yalanları” söyleyenlerden çok “inananlar” sorumlu bulunur ya…


Çalanın, çırpanın, yalanın, talanın hiç “suçu” yokmuş gibi…


“Saflık” temizlikten öte,  “olanları” anlamama-aldanma-kandırılma biçiminin sonucu olarak tanımlanır!


Anlamayan, aldatılan, kandırılan kim ki; bizim insanımız, bizim sokakta karşılaştığımız, bizim aynı ülkenin yazgısını üleştiğimiz…


Hep biz, bizi kandırmış-aldatmışız!


Bu “yanlışı” görülmüş olmalı…


***


Öyle çok uzak yıllara, ya da tarih kitaplarının arasında yitip gitmeye gerek yok!


Geçmiş bir yılı, iki yılı “her şeyiyle” gözden geçirmek yetecek!


Ekonominin “büyürken” yurttaşın yaşamının “daraldığını”,


“İktidara” göre “her şey” iyiyken “sokağın” kan ağladığını,


Patrona “bol kepçeden” verilirken “emekçiden” alındığını,


Zamlar artarken, yurttaşın “alım gücünün” bitirildiğini…


Yeni yılda “geçmişin yanlışlarından ders çıkarılacak” şeklinde verilen iletiler, “geçmişte yapılan yanlışlar” konusunda bir özeleştiri niteliğinde olmalı…


Yurttaşın beklentisi…


***


Yaşanan olumsuzların, erinçsizliklerin, mutsuzlukların nedeni “yerinde” araştırıldığında, geçmişte yapılan “yanlışlar” anlaşıldığında, güzel “şeyler” yapılması konusunda “dürüst” olunduğunda…


“Doğruyu” yapmamak için başka bir neden de kalmıyor!


Ülkenin ekim alanlarını bozmazsanız, ülkenin üniversite mezunlarını ekonominin içine katarsanız, üretene destekten kaçınmazsanız, kentleri beton yapılarla boğmazsanız, eğitim özgürlüğünü yaygınlaştırırsanız, gerici anlayış üzerinde ilerletici çalışmalar yaparsanız, ağaçları kesip asfaltla örtmezseniz, bilinmedik yerlerde bu yurdun insanını üzmezseniz, bilimsel öğretiye ceza vermezseniz, düşünce özgürlüğünü yaygınlaştırıp suç olmaktan çıkarırsanız…


Çünkü “tüm” bunlar, bu ülkenin yurttaşının “mutsuzluğunun, doyumsuzluğunun” nedeni…


Bunları yerine getirmemekle “yanlış” yapıldığını düşünüyorsanız…


İkinci kez bu “yanlışı” yapmayacağınıza inanmamızı istiyorsanız…


Yurttaşın “mutlu” olması için uzun yıllar, gerçekleştirmeniz için de uzun günleriniz var…


Yılın ilk günlerinde, söylenen “güzel dilekler” anlam bulmalı…



YAĞMUR SONRASI ÇİFTÇİ…


Geçtiğimiz günlerde Adana’yı etkisi altına alan yağmurun “en çok” zarar görenlerinden biri de üreticiler…


Antalya gibi “seracılığın” yaygın olmamasına karşın, kısa bir süre önce ekimine başlanan buğday tarlaları, yine bugünlerde hasadı yapılan narenciye bahçeleri yağıştan dolayı etkilendi.


Tarlalar, bahçeler sular altında kaldı!


Olanlara “takdir-i ilahi” denerek “teslimiyetçi” biçimde yaklaşıldığında iş kolay…


Ne DSİ’ye gerek var, ne de Sulama Birlikleri’ne…


Yok eğer varsalar “teslimiyete” ödün vermemeliler!


Örneğin drenaj kanalları vardı. Yıl boyunca otlarla ya da çeşitli bitkilerle donanmış, doğa olaylarından dolayı daralmış olabilir. Kanallardaki daralma yağışlı mevsimlerde kıyısı boyunca konumlanan bahçelere, tarlalara zarar vermemesi için zamanında temizliği yapılması zorunludur! Çiftçilerden, bu konuda şikayetler geldiğini CHP Milletvekili Ayhan Barut dile getirdi.


Bir de bu drenaj kanallarının son bulduğu ırmak ağızları vardır. Aynı biçimde buraların da temizliğinin yapılmadığı dile getirilmekte…


DSİ ile Sulama Birlikleri “üreticinin” işlediği toprağı, yetiştirdiği ürünü düşünmekten başka ne yapar onu bilmiyorum…


Ancak “ne” yaptıklarını bilmemem, “teslimiyetçi” duruşta olmalarını da gerektirmiyor!


Nasıl ki canlının yaşamını sürdürebilmesi için “arıların” önemi varsa, bu bölgenin canlı kalabilmesi için de “toprağa-çiftçiye” gerek vardır!


Her yağmur sonrası yükselen üreticinin çığlıkları duyulmuyor mu?


Oktay EROL

5.01.2020 20:20:12

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


“ SEYHAN BİZİM VAZGEÇİLMEZİMİZ”

CHP ADANA ÖRGÜTÜ GENEL SEÇİMLERE HAZIRLANIYOR

DEMİRÇALI’YI ZİYARET ETTİ

VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI