YAŞANAN KURAKLIK VARSIL/ YOKSUL TANIMAYACAK
Manşet Haber 18.01.2021 11:22:53 0

YAŞANAN KURAKLIK VARSIL/ YOKSUL TANIMAYACAK

YAŞANAN KURAKLIK VARSIL/ YOKSUL TANIMAYACAK

İngiliz TheGuardian gazetesinin Türkiye muhabiri BethanMcKernan, haberinde “Türkiye’de kuraklık: İstanbul’un suyu 45 günde bitebilir. Yağışın olmaması nedeniyle Türkiye genelinde su seviyesi son 10 yılın en düşük seviyesinde” diye yazmış!

Yurdun her bölgesinde “istenmez” bir kuraklık yaşanıyor! Çiftçinin tarlası, bahçesi sulanmıyor, barajlar dolmuyor, ormanlarda yaşayan canlılar kuraklık nedeniyle yer değiştirmek zorunda kalıyor, çeşitli su kaynakları “en kötü” günlerini yaşıyor!

Adana’da yaz sıcağı yaşanan ekim/ kasım aylarında, “kış mevsimine geren” doğu bölgemiz çoktan karla bürünmesi gerekirken “yağmuru bile” özlemle bekliyor!

TheGuardian gazetesinin muhabirinin “1980’lerden beri nüfus artışı, endüstrileşme, çarpık kentleşme, küresel ısınma bir araya gelince birçok kez kuraklık yaşadı” sözlerine şaşması gereken politikacılardan ses yok!

***

Doğanın “dengesini” bozmak “hiç” bir şeye benzemez! Taa çocuklukta yaşanan bir travmanın yıllar sonra ortaya çıkması, yıllar sonra sorun oluşturması/ yaşamı zorlaştırması gibi…

Doğanın akan suyunu köreltir, doğanın oksijen kaynağı ormanını “sanayi” adına bozguna uğratır, fosil yakıtlar için dağlarını dağıtır, üç-beş dış işbirlikçiler için altın üretiminde kullanılan siyanürle doğayı kirletirsen…

Kentlerde kabarık “banka hesaplarını” sevmek uğruna; yaşamı felç eden imarlar oluşturursan, yağmur suyu derelerini doldurup beton yapılar dikersen, yağmur suyunun geçeceği yolları asfaltla kapatırsan, dar alanlarda yüzlerce insanı toplarsan, yurttaşa soluyacak temiz hava/ çiçek koklayacak yeşil alan/ doğal yıkımlarda korunacak yer bırakmazsan…

Çarpık kentleşmeyi körükleyenleri el üstünde tutarsan, toplum içinde “çalışkan/ işini bilir” tanımlaması yüklersen, çalışma alanlarında emekçiyi göz ardı edersen…

Doğa kedine “çentik” atanı unutmaz; gün gelir, bedelini ödetir!

***

Doğanın “ödeteceği” bedelin, şu ana dünyanın yaşamını saran covid 19 ile karşılaştırılması bile zor!

Nasıl ortaya çıktığı konusunda birçok ileri sürülen “sözler” olsa da, Bill Gates’in sürekli yinelediği tümce şu: “Varsıl ülkeler yoksul ülkelerden daha önce kurtulacak!”

Başkasını bilmiyorum, ama ben katılıyorum! Çünkü varsıl ülkeler kendine yetebilecek, yurttaşının beslenmesini sağlayabilecek, günlerce işyerleri açılmasa bile insanlar doyabilecek, kısaca “bağışıklık” sistemlerinin zarar görmemesi için tüm olanakları kullanacaklar!

Oysa yoksul/ gelişmemiş/ gelişmesi engellenmiş/ geliştirilmemiş ülkeler öyle mi? Yurttaş tüm uyarılara karşın yaşamını kazanabilmek, gereksinmelerini sağlayabilmek, doyabilmek için sokakta, çarşıda, pazarda…

İlk başlarda her ağızdan “aynı gemideyiz” denmiş olsa da, salt ayrı ülkelerde değil, “aynı ülke” içinde bile varsılla yoksulun “aynı olanakları” kullandığını söylemek büyük aldatmaca olur!

Birçoklarını tanıyorum, aylardır yaylasından inmedi, yaşamını orada sürdürüyor; temiz hava, doğal besin alarak…

Birçoklarını tanıyorum yine, on kişiyle dar alanda yaşamını sürdürüyor; dar alanın havasını birlikte soluyarak…

Birçoklarını duyuyoruz yine, geniş bahçeli/ havuzlu kocaman evlerde yaşamlarını sürdürüp kent yaşamından kendini soyutlayarak…

Bir de “iktidara” yakınsan; covid 19 ne anlama gelir ki!

Her gün test olabilirsin, korunacak ortam bulabilirsin, istediğinden kendini uzak tutabilirsin, istediğini ayağına getirtebilirsin, istediğin besini tüketebilirsin…

Olan yoksula, olan “açlık” sınırının altında gelirle yaşamını sürdürenlere olur!

Aynı gemide; kimi can simitli/ kimi çıplak!

***

Covid 19 için öyle…

Doğa başka/ bambaşka…

Bu yıl aslında “doğanın” ne yapacağının, neleri değiştireceğinin, nasıl kollayacağının, nasıl dört yanı saracağının belirtilerini gördük!

Adana sıcak bir kent olmasına karşın bu denli “uzun” kuraklık süreci yaşadığını “pek” anımsamam! Geçen gün sosyal medyada Kozan sulama barajından görüntüler paylaşılmış. Çocukluğumuzda, daha barajın isminin olmadığı günlerde kullanılan “taş köprü” ortaya çıkmış, susuzluktan/ yağışsızlıktan dolayı! Barajın dolmaması durumunda Kozan’ın büyük oranda geçim kaynağı olan toprak verimsiz kalacak! İnsanların geçim sıkıntısı biraz daha ağırlaşacak, bedel ödeyerek bu besinleri sağlayanlar bulamayacak, sözüm ona varsıllık da işe yaramayacak!

İstanbul’daki susuzluğu düşünsenize; hangi kabarık banka hesabı çözebilecek?

Dün yurt genelinde başlayan yağmur/ kar yağışları bile doğayı ne denli çar-çur edildiğinin kanıtı!

Tüm bu olanlara karşın uslanıldı mı, ya da doğayı talan etmenin yanlışlığı anlaşıldı mı; sanmıyorum!

Covid 19 için “bilim insanlarının” dudaklarından çıkacak her sözü değerlendiren “iktidarın”, İngiliz TheGuardianGazetesi’nin “İstanbul’un suyu 45 günde bitebilir” kaygısını o denli önemsediğini de görmüyorum!

Yaşanan kuralık/ yaşanacak olan iklim değişikliği varsıl/ yoksul tanımayacak!

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°