YAŞANANLARDAN KALAN İZ...

YAŞANANLARDAN KALAN İZ...


Adana Devlet Hastanesi, 1896 yılında, Yüreğir- Karataş yolu üzerinde ‘Gureba Hastanesi’ adıyla kurulmuş...

O yıllarda gerek ülkemizde, gerekse bölgemizde kolera salgını vardır… Vali Faik Paşa’dır. Adana’da bir devlet hastanesi kurulması için karar verilip, bütçe oluşturulur…

‘Gureba Hastanesi’ olarak isimlendirilen hastane, ilerleyen yıllarda yurttaşın da desteğiyle ek binalarda ‘yeni’ bölümlerine kavuşur.

Zamanla bölümler çoğalır. Sonraki yıllarda Millet hastanesi, Karşıyaka Devlet Hastanesi isimlerini de alır.

Salt bölgenin değil, ülkemizin de en eski hastanelerinden biri olma özelliği taşıyan Adana Devlet Hastanesi; gereksinmeyi karşılamadığı gerekçesiyle 2012 yılında yıktırılmış, yerine yenisi yapılacağı belirtilmesine karşın bugüne değin her hangi bir eylem içerisine girilmemiştir…

CHP Adana Milletvekili Zülfikar İnönü Tümer soruyor:

‘Adana Devlet Hastanesi’nin yıkılmasıyla Yüreğir ilçesinin güneyinde bir tek hastane kalmamıştır. Söz verildiği üzere, yeni-modern bir hastane inşaatına ne zaman başlanacaktır?’

***

Gerçekten bu ülke darbelerden ‘çok’ çekti. Her yaşanan ‘darbe’ ülkemizi, ülkemizin insanını onlarca yıl geriye götürdü.

‘Darbeyi’ sorgularken olsun, diğer ‘gündem’ konusu olanları olsun salt ‘sonucuyla’ ele aldığımızda; ‘yeni’ içinden çıkılmaz ‘saplantıların’, ‘paranoyaların’ akıntısında kalacağımızdan dolayı ‘dünlerinin’ baştan irdelenmesi gerektiğini bilmemiz gerek!

Bizler oniki eylül öncesini yaşadık!

Bitişik komşuyla konuşmuyorduk. Geceleri sokak lambası altında koşuşturduğumuz ilkokul yıllarında arkadaşımız olanlarla küs gibiydik. Üst sokağa gidemiyorduk, üst sokak bize gelemiyordu. Sokaklar barut kokuyordu. Birileri silahını satarken, kurşunun pazarlarken; aramızdan giden arkadaşlarımızın ardından yas tutturuluyorduk! Bizim ayrışmamızdan, birbirimizin ‘yaşama hakkını’ yadsımamızdan aldığı güçle sevince boğulanlar, o sevince boğulanların iç-işbirlikçileri; ağızları kulaklarında, şen-şakrak, amaçlarına ulaşmanın hazzıyla 12 Eylül darbesini gerçekleştirdiklerinde, onlarca katledilmiş canlar azımsanırcasına ‘bir ondan, bu bundan’ diyerek idamlara imza atmıştı! O da yetmemiş, yaşı küçük olmasına karşın, yaşı büyültülerek darağacında insanların yaşamları sonlandırılmıştı…

Sayalım; 27 Mayıs, 12 Eylül, 15 Temmuz…

‘Dünlerini’ ele alarak düşünelim: Oyunun içinde kimler vardı, kurgu nasıl yapıldı, derin devletin işlevi neydi, oyunun aktörü nasıl korundu-desteklendi…

AKP İl Başkanı 28 Şubat nedeniyle yaptığı açıklamada diyor ki:

‘Darbe insanlık suçudur…’

***

Gün geçmiyor ki bir ‘istismar’ haberi duymayalım…

Sokakta olmasa evde, evde olmasa okulda, okulda olmasa sinemada, sinemada olmasa toplu taşıma araçlarında…

Oktay Akbal’ın yapıtlarından birinin adı ‘Önce ekmekler bozuldu’… Ekmeğin bozulmasının ardından şimdi de ‘toplum mu bozuldu’?

Yurttaşın rahatça dolaşabileceği alanlar bir bir yok oluyor! Anne-baba elinden tutup parka götürdüğü çocuğunun kaşla-göz arasında ‘istismara’ uğradığına tanık olabiliyor!

Dün ‘yalnız yaşadığımız kent, yaşadığımız mahalle, yaşadığımız sokakta değil; yurdumuzun her yerinden aralıksız gelen haberlerin ‘vücudumuzu saran ten’ de, var olan ‘sistem’ de oluşturduğu ‘çatlaktan’ söz ediyorum’ demiştim.

İktidar ‘onki yaş altı-üstü’ önlemler arayışında oyalanırken ‘çocuk istismarı’ okulda, yurtta, kalabalık yerlerde gündem oluşturmayı sürdürüyor…

Çukurova Belediyesi’nin önümüzdeki hafta düzenleyeceği ‘çocuklara cinsel istismar’ konulu seminerinde ‘çocuklarımıza ne zaman ne öğreteceğiz, anne-baba olarak biz neler yapabiliriz’ sorularına yanıt aranacak.

Çukurova Belediye Başkanı Soner Çetin ‘çocuk istismarı konusunda bilinçlenmek, daha duyarlı bir toplum olmak adına cinsel istismar konusunda bilgilenmek üzere tüm anne-babaları seminerlerimize bekliyoruz’ diyor.

***

Pencerenin perdesini araladığımızda ‘yüzümüze’ ışık saçan ilkyaz sabahları gibi gözleri ışıldatan haberler duymamız neden zor, neden düş gibi ki?

Sözümona işsizlik sorunu çözüldü de sevinmedik mi, genç nüfus umutlandı da söndürdük mü, ulaşımda sorun bitti de kıskandık mı, benzin-mazot ucuzladı da duymadık mı, üretici sevindi de görmedik mi, ülkemiz rahat soluk aldı da yadsıdık mı, iktidar yanılmadı da görmedik mi…

Oysa ‘güzel’ şeyler yazmayı; ‘öyle çok, öyle içten, umuda ekmeği banar gibi, günü aydınlanmaya açmak’ istiyorum ki…

Umut hep var; insan yaşamı olduğu sürece de ‘hep var’ kalmalı…

Dışarıdan bazı dostlar ‘Adana nasıl’ diye soruyorlar. ‘Türkiye gibi’ diyorum…

Ülkemizin nasıl olduğunu sormaya, ya da üzerine konuşmaya gerek var mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yurmurtalık’ta bir milyar dolarlık petrokimya tesisi yapılacağını açıklamasının ardından, Adana Valisi Mehmet Demirtaş’ın ‘petrokimya tesislerinin ardından ileri teknoloji ürünlerinin imal edildiği sanayiyle entegre yatırımlar da gerçekleşmelidir’ diyor…

Bölgemiz, böyle ülkemizin en yoksul kenti olmaktan kurtulabilir ancak…

Oktay EROL

5.03.2018 00:13:19

YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI