YAŞANILANLARIN ŞAKASI YOK!
Manşet Haber 8.05.2020 12:21:39 0

YAŞANILANLARIN ŞAKASI YOK!

YAŞANILANLARIN ŞAKASI YOK!






İnsanlık, alışık olmadığı bir süreçten geçiyor!





Günlerdir altmışbeş yaş üstü ile yirmi yaş altı evden çıkamıyor!





İnsanlar sevdikleriyle, yakınlarıyla eskisi gibi kucaklaşamıyor/ görüşemiyor!





Sokağa çıkarken yalnız maske takmakla kalmayıp, karşılaştıklarıyla “aralık” oluşturuyor!





Gün boyu evde kalmaktan, oturmaktan, internetin başucunda zaman harcamaktan yorulanların sesleri duyuluyor!





Dışarı çıkamayan, işini yapamayan, kazan kaynatmakta zorlanan ailelerden acılar yükseliyor!





İşçinin, emekçinin, emeklinin, dar gelirli esnafın sorunları açıklanan paketleri “teğet” geçiyor!





Bizdeki uslanmaz “iktidar”, diyeceklerini süzmekte erinen “muhalefet” yurttaşların alışık olmadığı, “şakası” olmayan süreci aşmasında “destek” olunacağı yerde “kirli” siyasetlerini yapmayı sürdürüyor!





***





 Bir ayı geçti…





“İktidarın” tüm üyeleri ağızlarına pelesenk ettiler anımsayın;





“Emeklinin bayram ikramiyesini bir ay öncesinden vereceğiz” derken, emekliye salgın sürecinde “nasıl” destek olduklarını anlatıyorlar!   





“Emekli” de; denileni, ikramiyenin bir ay önceden verilmesini öyle “yerinde” buldu ki…





Bundan bir ay önce, hesabına yatırılan “ikramiyeyi” aldı, pazarın/ marketin yükselen fiyatlarına aldırmayıp, artan elektrik/ doğalgaz ücretlerini hak sayıp tamamını bitirdi!





Oruç ayı ortalandı…





Onbeş gün sonra, ne denli “evde kal” uyarısına uyulacak olsa da, ister-istemez “bayram için” harcamalar yapılır!





Her zaman yapıldığı gibi, “emekli maaşını” da önceden verildi diyelim…





Açlık sınırı altındaki “emekli maaşını” da “bayram” sürecinde gereksinmeleri için kullandı, diyelim…





Ya sonra?





Bugünden bayrama, bayramdan “diğer” emekli maaşına dek zaman…





“İktidar/ muhalefet” çekişmesi daha önemli gibi…





***





Duyduğunuzu düşünüyorum…





Alış veriş merkezleri önümüzdeki hafta “önlem artırılarak” açılacakmış!





Yurttaş günlük gereksinmesini karşılamak için zorlanırken, altmışbeş yaş üstü ile yirmi yaş altı “sokağa çıkma kısıtlanmasının” yapıldığı günün “belli” zamanlarında sokağa çıkmalarını düşünülürken…





Sözümona “insanları” yalıtmak amacıyla peş-peşe kararlar alınırken…





Küresel markaların satıldığı mağazalara “yeşil ışık” yakılması düşündürücü değil mi?





İşin aslı yaklaşan bayram olmalı…





AVM’ler açılacak ki, vitrinlerine yerleştirdikleri renkli ışıklarla vitrinlere yerleştirilen mankenler son/ moda giydirilecek ya…





İnsanlar koşarak AV’lerin kapılarını zorlayacaklar, öyle mi?





Yaşadığım kent Adana’daki AVM’leri düşünüyorum…





Eğlence yerleri, oyun alanları, cafeleri olmasa birçok kişinin varacağı yer değil!





Düşünsenize, AVM’ye her vardığınızda mağazalardan alış-veriş yapmış olsanız, ya da AVM’ye alış-veriş için varacak olsanız asgari ücretin beş katı aylığınız olması gerekir!





Açlık sınırı altında yaşamaya zorladığınız yurttaş, emekli, emekçi için AVM’ler bugün için uzak yerler; insanlar zorunlu gereksinmelerini karşılamaya çalışırken pantolon, gömlek, ayakkabı bugün için o denli ivedi değil!





Önümüzdeki günlerde kimler gidecek, mağazalar neler satabilecek göreceğiz…





***





Bugünlerde en çok hoşuma giden, Adana Anakent Belediyesi’nin “pazar alalarında” yaptığı “yeni” düzenlemesi oldu…





Bildiğimiz, alışık olduğumuz pazar yerlerine gelecek olanların bir metre aralıkla durmaları için yere çizgiler çekilmiş. Satıcıdan alış-veriş yapacak olan müşteri duracağı/ bekleyeceği yeri bilecek. Bir diğer müşteriyle arasındaki uzaklığı koruyacak. Kimse kimsenin yalıtımlı alanında bulunmayacak…





Başkalarını bilmem ama her dönemde yerel yönetimin önemini benimsiyorum; özellikle de günümüzdeki salgın gibi, ya da doğal yıkım günlerinde yaptıkları yadsınmaz.





“İktidarın” kısıtlamalarına karşın, kendilerine düşeni yaptıklarına tanık oluyoruz.





***





İnsanlık alışık olmadığı bir süreçten geçerken; daha az zarar görmek, can kaybıyla karşılaşmamak için verilen uğraş sürerken “şakası olmayan” salgının önemsenmesi yerine, didişmeyi yeğleyenlerin yurttaşı ne denli zor duruma sürüklediği bilinmeli…





“İktidar” olsun, “muhalefet” olsun günün önemi dışına çıkarak tartısız/ ölçüsüz söylem kirliliğine yöneldikçe, yurttaşın içinden çıkılmaz sorunlara sürüklendiği görülebilmeli…





İnsanlar salgın içerisinde, tüm zorluklara karşın yaşamlarını sürdürmeye çalışırken, açlığa/ doyumsuzluğa karşı çaba harcarken “özrü” olmayacak tutumdan uzak durulmalı…





Çünkü yaşanılanların şakası yok!



YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°