“YAŞASIN YAŞAM” SON TABLOSUYDU FRİDA KAHLO’NUN
KÜLTÜR-SANAT 9.06.2021 22:34:24 0

“YAŞASIN YAŞAM” SON TABLOSUYDU FRİDA KAHLO’NUN

“YAŞASIN YAŞAM” SON TABLOSUYDU FRİDA KAHLO’NUN

Frida Kahlo, Meksika’nın en büyük ressamı. Otoportre konusunda dünyanın en büyük ressamı. Sosyalist, feminist ve sıra dışı olan bu kadın, sanatın acıdan doğduğunun büyük bir kanıtıdır aynı zamanda.

Acıların ressamı Frida, Meksika devriminin yıllarında doğmuştur. Bu yüzden 6 Temmuz 1907 olan doğum gününü, Meksika devriminin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 olarak ilan etmiştir. Meksika devriminin ressamı “Diego Rivera” ile olan evliliği Fridayı büyük bir değişim süreci içine çekmiştir. Frida’nın deyimiyle bu birliktelik, Nikaragua şelalesi gibi coşkulu, denizlerin dibi gibi derin ve gizemli, çöl kadar yorgun, yırtıcı hayvanlar gibi ürkünç ve yaşayan evren gibi rengârenk olmuştur.

Diego’yla tanışana kadar bir anarşist gibi giyinen Frida, erkek elbiselerinden, bahçıvan pantolonlarından vazgeçerek jüponlar, dantelli etekler giyerek aztek prensesi görünümüne bürünür.

6 yaşındayken geçirdiği çocuk felci nedeniyle bir bacağı özürlü olan Frida, özrüyle baş etmişken, 19 yaşında geçirdiği bir kazayla tüm hayatı yatağa bağımlı hale gelir. 17 Eylül 1925 yılında okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu, birçok kişinin öldüğü kazada; tramvayın demir çubuklarından biri Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkar. Kazadan sonraki tüm hayatı hastaneler, doktorlar ve korseler arasında geçer.

Kazadan sonra acılarını unutması için annesinin tavana yerleştirdiği ve üzerine üzerine gelen aynaya bakarken ilk resmini yapar Frida. Ve kendi deyimiyle, “kimliğimi çalan aynadan kendi görüntümü çaldım” der.

Frida, aynaya hiç haksızlık yapmamıştır aynanın ona yaptığı haksızlık kadar… Her acısını yansıtan aynadan öç alırcasına, yaşamının tüm acımasızlığını anarşist ruhlu bir kadına yaraşır şekilde, büyük bir cesaretle resmetmiştir.

Kimi zaman, leğen kemiğini çizmiş, kimi zaman leğen kemiğinin hasarı sonucu tutunamayıp düşürdüğü bebeklerini… Kanlar içinde parçalanmış bedenini. Kendi deyimiyle, resimlerimde kan var, ölüm var, yaralı kadın olarak ben varım ve imzam kan kırmızımsı…

Çatık kaşlarıyla ve dik bakışlarıyla çizdiği o otoportreler, aslında gözünü kırpmadan yaşadığı yaşamın ta kendisiydi. Biz onun gibi insan yüzleri çizmiyoruz dedirtmiştir Pablo Piccaso’ya

Demir yığınına dönmüş bedeni sanki başka gezegenlerdeki eş ruhlarının yardımıyla bir aşk tanrıçasına dönmüştü. Kendisi de inanamıyordu bu duruma. Sanki aşk tanrıçası benimleydi, Breton’un deyimiyle “çılgınca sevdim sevildim” diyor ve yaşamını tüm çıplaklığıyla resmediyor hep.

Her ne kadar çılgınca sevse sevilse de “aşka bir ömür yetmez” der acıların ressamı… Aşk acısını açık yüreklilikle resmeden Frida; eşinin ihanetlerini her yanına ok saplanmış bir geyikle resmeder.

Komünist ve fil gibi Diego’nun yanında Frida beyaz bir güvercin gibi yansıyordu objektiflere. Sergiler, davetler karşılıklı ihanetler… İkisi de bazen evliliklerini unutup çılgınca yaşıyorlardı. Frida Rus devriminin önderlerinden Troçki’yle de birlikte olmuştu eşine rağmen… Bu fırtınalı evlilik yaşamı yine her zaman ki gibi Fridayı acılara sürüklemiştir. Öyle seviyordu ki Diego’yu aldatmalarına göz yumuyordu hep. Bazen dayanamayıp ayrılıyor ve yine dayanamayıp birlikte oluyor. Diego onun bedenine saplanmış tramvaydaki o demirdi sanki ve çıkarıldığında yaşama şansı yoktu Frida’nın. Bu yüzden katlanıyordu aşk acılarına… Her türlü acıya alışık olan bedeninin aksine, yüreği aşk acısına katlanamıyordu bir türlü. Bu demir yığını kadının kalbi kor halindeydi hep… Yanıyordu aşk acısıyla… Bu yaratıcı ve isyankâr ruh neden bir türlü katlanamıyordu aşk acısına? Neden sevmekten vazgeçiyordu? Yaşamı ne kadar yıldız gibi sönüp yansa da Diego’yu bir güneş gibi istiyordu gecesinde ve gündüzünde. Hiç sönmeyen bir güneş gibi… Yaşamının anahtarıydı Diego adeta. O olmasa tavandaki bakışları resmetmenin bile anlamı yoktu. Tüm sıcak sevginin kaynağı sanki bir dev galaksi olan Diego’ydu. Onun dışındaki her şey yıldız patlamasından yoksun cüce bir gökada gibiydi, aydınlatmıyordu Frida’nın gecesini... Ruhundaki kara deliklerin ve mutsuz tablolarının sebebi Diego’nun onu, hiçe saymasıydı. Yüreği aşkla dolu kadına ağır gelen Diego’nun evrenindeki bu sonsuz bencilliğiydi. Diego yaşamın tadına onun acılarından bağımsız çıkarırken, Frida yüce sevgisinden hiç vazgeçmiyordu. Her sabah onunla gözlerini açmak istiyordu yaşama. Fakat Diego, yakınındaki uzaktı hep Frida’ya. Diego onun yaşama tutunacak tek bacağı olduğu halde, Frida ne onun kalbinde ne de gözlerinde kendini bulabiliyordu. Gündüzlerinin ve gecelerinin cellâdı olan tavandaki ayna yalan söylemiyordu işte. Acıların ressamı, yüzündeki mutsuzluğu çalıyordu yine aynalardan ve aktarıyordu o eşsiz tablolarına…

Ve aylardan Temmuz’du… Frida Kahlo’nun kaldırıldığı hastanede felçli olan sağ bacağı kesilir. Ve bir yıl sonra yine Temmuz’da akciğer embolisi teşhisiyle veda eder tavandaki aynasına ama ardından bıraktığı tablo ”Yaşasın yaşam” adında bir natürmort. Bu tablo iştah açıcı, kesilmiş kırmızı karpuzlar… İmzası yine kan kırmızımsı.

Frida’nın solgun ve yorgun bedeni Doloresteki sivil krematoryumda yakılırken, Diego başı eğik, ağlamaklı cebinden çıkardığı kâğıt ve kalemle, alevler içinde çatık kaşları ve tablolarındaki gibi dimdik bakışlarıyla yanan devrimci Frida’nın ruhtan arınmış bedenini acılardan kurtuluş anı olarak yazdı elindeki kâğıda kan kırmızımsı bir şekilde. İşte o anda ruhu şad oldu yine Frida’nın. Çünkü ölüm kırmızıydı, alevdendi şimdiki imzası...

 


YAZARLAR

35.8° / 20.3°