YAŞAYAN TOPLUM UYUŞUKLUĞU BENİMSENMEZ
Manşet Haber 25.02.2020 17:46:34 0

YAŞAYAN TOPLUM UYUŞUKLUĞU BENİMSENMEZ

YAŞAYAN TOPLUM UYUŞUKLUĞU BENİMSENMEZ

Yaşananlara gözleri “sonuna” dek kapalı bir toplum…


Söylenen/ anlatılan, demiyorum; yaşanan…


İçtiği suyun, ısınamadığı doğalgazın, enerjisinden yararlanamadığı elektriğin, yaşanırlığını bir türlü göremediği kentinin…


Medyada anlatılan her türlü şatafatın, “iktidarın” ağzındaki her türlü sevincin “nerede” olduğunu; merak etmeden, yerini öğrenmek istemeden, sorusunu sormadan yaşamını sürdüren bir toplum…


“İktidar” için aranıp da bulunamayacak bir toplum!


Tepkisiz, uyuşuk…


***


Sabah evinizden çıkıyorsunuz,


Bir gün önceki işinizin başına geçiyorsunuz,


Dünden, kaldığınız yerden işinizi sürdürüyorsunuz,


Dinlenme saatlerini değerlendiriyorsunuz,


Akşam evinize vardığınızda yorgun olduğunuzdan erken saatlerde yatıyorsunuz,


Sabah…


Ay sonunda size “al bununla geçin” dedikleri bedeli alıyorsunuz…


Robot, demeyeyim de…


Toplumun bireyleri Hacivat/ Karagöz, adına “Hayali” denilenin istediği biçimde oynattığı, “yardak” adlı yardımcılarının da yanından hiç ayrılmadıkları gibi “daha” yüksek sesle “eşlik” ettiği toplum…


“İktidar” için hoş olmalı!


***


Sokakları bir uçtan uca geçerken, içinden çıkılması zor sorunların baskın olduğu başta “alım gücü” yoksunluğu sanki “hiç” yaşanmıyor gibi anlatanların gücü acılanmaya yeter!


Yurt genelinde soğuk kış aylarının üşüten günlerini yaşıyoruz!


Dar gelirli yurttaşın, emekçinin, çalışanın, emeklinin; son aylarda yapılan zamların, açlık sınırına denk gelen “asgari ücretin” gereksinmeleri sağlayamaması nedeniyle ısınamadığını bilmeyen yok!


Bir gariplik yok mu bu gelişmede?


“İktidar”, her fırsatta ekonomik gelişmelerin piyasaları rahatlattığından söz ediyor!


“İktidarın”, piyasa derken yurttaşın “alım gücünü” dile getirmediği açık!


“Piyasa” denirken, başta “iktidara” yakın olan yüklenicilerden tutun, “iktidarın” her tür ergilerinden akıl almaz biçimde yararlanan, yararlanırken büyüyen, büyürken kazanan, kazanırken yurttaşı yoksullaştıran katmanı olmalı!


Dar gelirli yurttaş, emekçi, çalışan, emekli, kepenk indiren esnaf, işsizlikle sınananlar değil!


***


Yaşamın içinde olan, yaşarken gereksinmesini sağlayamayan toplumun “kapalısını” sağlamanın sürekliliği olanaksızdır.


Açlığın sürekliliği olmadığı gibi…


Her ne denli “iktidarın” susturucu baskısı da olsa, “yetmeyenin yeterliliği” karşılık bulamayacağı gibi, beklenen “sevinci” sonuna dek sürdürmez!


Kış soğuğunda ısınma araçlarından yararlanamayan, maaşını gereksinmelerine yetiremeyen, günün güneşini içine alamayana; istediğinizce yararlanın, yetirin, alın dense de yaşananların “balçıkla sıvandığı” görülmez de, görülmemiştir de…


Market raflarına dokunamayan, pazar tezgahlarına yaklaşamayan, çocuğuna şeker alamayan ne anlatılırsa/ anlatılsın bağlayıcılığı olamaz!


Ne medyada anlatılan her türlü şatafatın, ne “iktidarın” ağzındaki her türlü sevinç anlam bulmaz!


Yaşayan toplum tepkisizliği, uyuşukluğu benimsemez!


BİR BEN DEĞİLİM Kİ


“İktidara” sözcülük yapanlardan çok değil bir ya da ikisini dinlediğim zaman; kendi bildiklerimden, kendi gördüklerimden, kendi yaşadıklarımdan kuşkulanıyorum inanın… Sabah kalkışım, boş sokaklarda yürüyüşüm, gülmeyen yüzleri görüşüm, amaçsızca bekleyenleri bilişim, sızlanış, oflanış, ağlayış, dertleniş… Hepsi, ama hepsine kuşkuyla bakıyorum…


Bunun içerisine örgütü mü koyarsınız, varsıl çıkarlı koltuk sevici odaları mı dersiniz…


Sanal bir gezegenin içerisindeyim sanki.


Her yer tozpembe, her şey yaşanılanın dışında, her şey magazin, her şey televole…


Karşıma kim çıkmışsa hepsine, ama hepsine soruyorum…


Üstelik yavaş yavaşta olsa iktidar yanlıları bile dipsiz kuyunun karanlığından söz ediyor. “Bu güne değin bir şeyler olur mu, piyasada biraz olsun canlanma yaşanır mı diye beklememize karşın, inan umutlanmamıza kızar oldum” diyenlere tanık oluyorum.


“Bu ülke hepimizin, yarın herkesle yüzyüze geleceğiz, eğri otursak da doğruyu konuşmak zorundayız, esnafı-çiftçiyi görmeliyiz, alım gücünün ne denli yetersizliği ile işsizliğin can yakıcılığını biliyorum” diyenleri de biliyorum.


“İktidar” sözcülerini, aynı kentte yaşandığımız destekleyicilerini dinleyince bunlardan dolayı yaşadıklarımdan kuşkulanıyorum.


Ama bir ben değilim ki yaşadıklarından kuşkulanan.


Ama bir ben değilim ki ‘yaşamın izi’ yle çarpışan.


Ama bir ben değilim işte…


YAZARLAR

İfral TURGUT

BAHARI BEKLERKEN Hüseyin Öğretmen Artvin’e atanmıştı. Kendisini sevdirdi yeni tanıdıklara. Derin dostluklar kurdu. Ev sahibi ile de dost olmuştu. Hüseyin’i evladı gibi seven ev sahibi artık evlilik zamanının geldiğini söyleyerek onu Melahat ile tanıştırdı. İki genç birbirlerini beğendi ve evlenmeye karar verdiler. Hüseyin bu durumu ailesine bildirdi ama ailesi bu durumdan hiç memnun olmadı. Şiddetle karşı çıktılar. Çünkü kendilerinin de bir gelin adayı vardı. Tüm engelleme çabalarına rağmen Hüseyin Melahat ile evlendi. Uzun yıllar evli kaldılar ve iki çocukları oldu. Yaşananlar çeşitli problemler doğuruyor, problemler, beraberinde sağlık sorunlarını getiriyordu. Yıl, 1984. Bir gün kapı çalındı. Gelen kendisinden 12 yaş küçük, ama gençlik yıllarında birlikte futbol oynadıkları Sami Demirtuna idi. Sami yıllardır Almanya’da çalışıyordu. Orada meslek okuluna gitmiş, terapist olmuştu. Sami, “Nasılsın ağabey,” diye sorunca. Hüseyin, ona uzun uzun baktı… Bakışlarında hayata karşı duyduğu küskünlüğü, kırgınlığı ve tükenmişliği vardı. Cılız bir sesle, “Yorgunum dostum, yorgunum. Vefasız yıllara, vefasız yakınlarıma dargınım ,” dedi. Sami, Hüseyin’in elini tuttu, “Merak etme iyileşeceksin, yine tüm dostlar bir araya geleceğiz,” dedi. Sonra kalktı, kapıda veda ederken, Melahat Hanım, hastalığın adını söyledi: Kanser. Soğuk bir geceydi. Sami o gün yaşadıklarından çok etkilenmişti. Bir kağıt kalem aldı eline ve içini döktü kağıda. Şiir bittikten birkaç gün sonra, tekrar gitti arkadaşının yanına ve şiiri okudu. Hüseyin mutlu olmuştu. Sevindi, teşekkür etti. Daha sonra Sami şiiri, Selçuk Tekay’a verdi. Şiir aylar sonra şarkıya dönüştü. Sami bu sefer şarkıyı telefonda Hüseyin’e dinletmek istedi. Heyecanla çevirdi numaraları. Telefondaki ses buz gibiydi: “Hüseyin Beyi kaybettik.” Baharı beklerken ömrüm kış oldu Gözümde her zaman biraz yaş oldu En güzel duygular bana düş oldu Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık Tutmadı ellerim sıcak elleri Duymadım aşk denen tatlı sözleri Taşıdım gönlümde acı izleri Yorgunum dostlarım yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık İçimde ateşler söndü kül oldu Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu Yar bildim o bile bana el oldu Yorgunum dostlarım, yorgunum artık Vefasız yıllara dargınım artık. HÜSEYİN’E KENDİNİ ANLATAN ŞARKIYI DİNLEMEK KISMET OLMADI. • AMA SİZ O ŞARKIYI SÖYLERKEN VEYA DİNLERKEN HÜSEYİNİ ANARSINIZ HERHALDE.

30.8° / 18.5°