ZOR KARARLARI VERECEK BİR SİYASİ İRADE GEREK...

ZOR KARARLARI VERECEK BİR SİYASİ İRADE GEREK...

Biz içeride müflis tüccar misali eski defterleri karıştırmaya devam ederken, pek tabii, dünya yerinde durmuyor.

Başörtüsü gündeminden, helalleşmeden vs. kafasını kaldırıp dış basına göz atanlar, önce Rus doğalgazını Avrupa'ya ulaştıran Kuzey Akım boru hatlarına düzenlenen sabotaj, arkasından OPEC'in petrol üretimini kısacağını açıklaması ve buna gelen tepkilerle birlikte geçtiğimiz haftalarda bir kez daha dünyanın gündemini enerjinin oluşturduğunu fark etmiş olmalılar.

Yaşanan son gelişmeler bana, bu köşede yazmaya başlamadan önce 8 Eylül 2020 tarihinde kendi blogumda yazdığım ''Neden?' sorusunu soramayanlara iktidar yolu açılmaz.' başlıklı yazıyı hatırlattı.

https://www.blogger.com/u/2/blog/post/edit/2987260466734735242/9029448029920355195?hl=tr

Uzun yıllardır serbest piyasanın ve sermayenin koşulsuz serbestliğinin Türkiye'yi (ve dünyayı) felakete sürüklediğini savunan birisi olarak dünyada da konjonktürün bu fikri kabul eden bir noktaya geldiğini anlatmış, örnek olarak Şubat 2020'de Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir makaleyi göstermiş, ABD'nin iç ve dış politikasını bu fikrin etkisi altına alacağını belirtmiştim.

Blog yazımdan alıntı yapmam gerekirse: “Neoliberal anlayışın yarattığı kontrolsüz kapitalizmin, Çin’in başını çektiği devlet kontrollü korumacı kapitalizm anlayışıyla başa çıkamadığını ve bu durumun ABD ve Avrupa için artık bir ulusal güvenlik sorunu haline geldiğini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. ”

O makalenin yazarlarından birisi olan Jake Sullivan, makalenin yayımlanmasından 9 ay sonra yapılan seçimlerde ABD Başkanı seçilen Joe Biden'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atandı ve halen bu görevini sürdürüyor.

Sullivan'ın iktidara gelmeden önce Foreign Policy'ye yazdığı cümleler, bugün dünyanın gittiği yönü anlayabilmek için önemli ipuçları sunuyor:

“Ekonomi jeopolitikten bağımsız düşünülemez.”

“Neoliberalizmin işi bitti, yeni bir ekonomik felsefeye ihtiyacımız var.”

“ABD doğru ekonomik politikayı bulamadan, genel stratejisini doğru bir şekilde yaratamaz.”

ABD'nin politika yapıcıları, tam olarak vaat ettikleri şekilde, artık kendi ulusal güvenliklerini ve vatandaşlarının refahını tehdit eder hale gelen bu sistemi budayarak yollarına devam ediyorlar.

Daha kontrollü, daha müdahaleci, daha kamucu, sermayenin değil ülkenin çıkarlarının önde tutulduğu bir model...

Dışarıda Rusya'nın gelirlerini azaltmak adına petrol fiyatlarını düşük tutmak için tüm diplomatik ve askeri güçlerini kullanırken, içeride fiyatları arttıran kendi petrol şirketleriyle kavga etmekten ve stratejik rezervlerini satıp fiyatları kontrol altında tutarak enerji piyasasına müdahale etmekten geri durmuyorlar.

Kendi halklarının çıkarını Transatlantik ittifakının çıkarlarının önüne koy(a)mayan Avrupa ülkeleri ve özellikle Almanya ise büyük bir enerji kriziyle çalkalanıyor.

Burada amacım tabii ki Amerikan yönetimini ve yayılmacılığını övmek değil, kendi ülkesinin çıkarlarını düşünen bir iktidarın (ya da iktidar adayının) günümüz konjonktüründe nasıl bir ekonomik politika uyguladığına (uygulamak zorunda olduğuna) dikkat çekmek. En kapitalist, en liberal, en piyasacı ABD'nin bile geldiği noktayı vurgulamak...

Sadece Amerikalı politika yapıcılar değil, hemen hemen tüm dünyada politik ve akademik çevrelerde bu konuda artık bir konsensus oluşmuş durumda. IMF Başkanı'nın geçtiğimiz hafta verdiği bir konferansta da krizden çıkış için daha kamucu bir ekonomik sisteme vurgu yapması bunun yalnızca son örneği.

Biz içeriye dönecek olursak... Tabii Amerikan yönetimi Amerikan çıkarlarını savunuyor... Benim gelmek istediğim konu ise, biz Türkiye'nin çıkarlarını ne pahasına olursa olsun savunabilecek bir iktidar bulabilecek miyiz?

Piyasanın serbestliğine ve sermayenin dokunulmazlığına tartışmasız bir şekilde iman etmenin, yani bu düzenin dünyada yarattığı sonuçları 15 Kasım 2021 - 20 Aralık 2021 tarihleri arasında bu köşede yazdığım altı yazılık dizide dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım, tekrarlamaya gerek görmüyorum.

Tarihsel süreç içerisinde dünya ekonomisinin merkezi dünyanın da merkezi olmuştur. Ekonomi evrildikçe bu merkez de bir şehirden diğerine kaymıştır. Bu merkez 14. yüzyılın sonlarından itibaren Venedik, 15. yüzyılda Antwerp, 16. yüzyılda Cenova, 17. yüzyılda Amsterdam, 18. yüzyılda Londra, 20. yüzyıl itibariyle de New York'tur.

Bu kaymalar, dünya ekonomisinin durumu, gidişatı ve içeriğiyle ilgili de bilgi verir. Venedik bir tüccar kentiyken Londra sanayi, New York ise finansın merkezidir. Günümüzde ise artık dünya ekonomisinin en güçlü aktörleri California'da yer alan birkaç Silikon Vadisi şehrindedir.

Coğrafi keşiflerin ardından gerçekleşen devrimlerin birbiri ardına kaçırılmasının özeti olan Türkiye tarihini değiştirmenin anahtarı, gözümüzün önünde gerçekleşen teknoloji devrimine ve değişen dünyaya dahil olmaktan geçiyor. Bunun için ise bu dönüşümü yaratıp destekleyebilecek bir sosyal ve ekonomik yapıyı kurmak zorundayız.

Bu noktada, CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'nun ABD gezisine giderken yolda yaptığı bazı açıklamalara değinmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu bu açıklamalarında da olduğu gibi sık sık bilgi ekonomisine geçmekten, teknoloji tüketicisi değil üreticisi olmaktan, Türkiye'nin bu dönüşümü yapması gerektiğinden bahsediyor.

Sözlerinin altına imza atmayacak kişi yoktur. Peki ama bunu nasıl yapacağız, olası bir seçim galibiyetinde Sayın Kılıçdaroğlu bunu nasıl gerçekleştirecek?

Türkiye gibi sermaye fakiri bir ülkenin ekonomik olarak kalkınabilmesinin anahtarı, var olan sermayeyi doğru alanlarda verimli bir şekilde kullanabilmekten geçiyor. Var olan kısıtlı sermayenin yanında üretilen her kuruş katma değerin doğru sektörlere aktarılması, doğru alanlara yatırım yapılması, devletin de bu yatırımları desteklemesi ve koruması gerekiyor.

Ancak sermaye ülkenin kalkınmasını umursamaz, en çok kâr getiren alana yatırım yapar.

Sonuç olarak Türkiye'de sermaye otel işletir, yabancı markaların distribütörlüğünü yapar, araba montajı yapar, devlete sırtını dayayıp tekel konumundan para kazanır, kısacası kolay olan her yolla para kazanır, ama asla suya sabuna dokunmaz.

Kolay olan, isteyenin istediğini yapmasına göz yumup bunun karşılığında alınan destekle seçim kazanmak, ancak bu anlayışın Türkiye'yi getirdiği yer ortada...

Türkiye'nin kalkınabilmesi için, sermaye sahiplerini disipline edecek, üretkenliği arttıracak, istihdam yaratacak, teknolojik gelişmeye katkıda bulunacak dönüşümleri yapmaya ikna edecek bir siyasi iradeye ihtiyacı var. Çok sevilen Güney Kore örneğinde yapılan teknolojik atılım, devlet önderliğinde yapılmıştır.

Devlet bir yandan sermayenin ulusun çıkarlarına uygun şekilde hareket etmesini sağlayacak düzenlemeleri yapıp gelir adaletsizliğini de azaltırken öte yandan stratejik sektörleri de korumalı, ülkenin gıda güvenliğini yeniden tesis etmeli, enerji ve teknoloji alanlarında dışarıya bağımlılığı azaltacak yatırımlara önderlik etmeli.

Sol alerjisi olanları da unutmayalım: Tüm bunları kabul ve icra etmek için solcu olmaya da gerek yok, sosyalist olmaya da gerek yok. Aksine, kapitalizmin bugün kendini daha büyük kırılmalardan kurtarmak adına evrimleştiği nokta zaten burası.

Kapitalist bir bakış açısıyla bakıldığında dahi, sermaye sahiplerinin ülke ekonomilerini kalkındırmak gibi bir zorunlulukları olmadığı için, kendileri için en doğru yol olan kâr maksimizasyonu yoluna gitmeleri çok doğal. Bunun ülkenin kalkınmasıyla çeliştiği noktada müdahale etmek, liberal kapitalist bir ülkenin ekonomisinde dahi devletin görevidir. Vicdanıyla cüzdanı arasında seçim yapmak zorunda bırakılan insanların çoğu cüzdanını seçecektir. Bu seçimi sermayedara bırakmadan kanunla yapabilecek olan ise devletin kendisidir.

Bu noktada meramımı çok iyi anlatan ilginç bir örnek vererek yazıyı sonlandırmak istiyorum:

İktisat çevrelerinde küreselleşme, özellikle gelişmekte olan ülkelerin ekonomik kalkınması ve politik ekonomi alanında yaptığı çalışmalarla bilinen ve Harvard Üniversitesi'nde dersler veren Türk iktisatçı Dani Rodrik'in, 2007 yılında New York Times gazetesine verdiği bir röportaja denk geldim.

Röportajında Rodrik, genelde de savunduğu üzere, saf bir serbest piyasanın aksine devletin de aktif olarak dahil olduğu bir karma ekonomi modelinin neden daha doğru bir tercih olacağını anlatırken kendi ailesinden örnek veriyor.

1980'ler öncesinde Türkiye'de uygulanan ve yerli üreticiyi koruyan ekonomi politikaları sonucu ailesinin sahibi olduğu tükenmez kalem şirketinin başarılı olup büyüyebildiğini, kendisinin de bu sayede ailesinde yurtdışında okuyan ilk kişi olabildiğini anlatarak gelişmekte olan ülkelerde ekonomiye devletin verdiği desteğin önemine dikkat çektiği röportajın sonuna iliştirilen ufak bir not ise Türkiye yakın tarihinin adeta bir özeti gibi:

Dani Rodrik'in aile şirketinin, 1980 sonrası ekonominin (kontrolsüzce) dışarı açılması sonucu ucuz ithal mallarla rekabet etmekte zorlandığı, röportaj tarihi olan 2007 yılı itibariyle şirketi yöneten abisinin bu nedenle babalarının yaptığı gibi üretim yapmak yerine ithal ettikleri tükenmez kalemleri satmaya başladıklarını öğreniyoruz.

Görülebileceği üzere, Türkiye gibi sistemin yanlış işlediği bir yerde, tüm dünyaya karma ekonominin, rekabetçi üretimin, ekonomik kalkınmanın doğrularını anlatan dünyaca ünlü bir iktisatçının aile şirketinin dahi üretim yaparak ayakta kalması mümkün değil.

Sayın Kılıçdaroğlu ABD gezisinde Dani Rodrik'in de aralarında bulunduğu bir grup akademisyen ve iktisatçıyla da biraraya geldi. Acaba aile şirketinin halini sormuş mudur, Özal tarafından kaldırılan gümrük duvarlarını tartışmışlar mıdır, bu politikaları öven ve savunan CHP ekonomik kurmayları bu akşam yemeğinde de aynı övgüleri düzmüşler midir, merak ediyorum doğrusu...

Meseleyi fazla uzatmaya gerek yok. İşin özü, Türkiye'de işleri tıkırında olan sermayeyi karşısına almak pahasına bu dönüşümü gerçekleştirebilecek bir siyasi irade var mı? Sayın Kılıçdaroğlu bunu yapmayı vaat ediyor, tıpkı neoliberalizme karşı olduğunu söylediği gibi...

Dünyaya serbest piyasa, serbest ticaret, serbest sermaye vaaz ve ihraç eden, ancak ulusal çıkarları için piyasaya da sermayeye de her tür müdahaleyi yapan Amerikalı'ların (ve genel olarak tüm batılı demokrasilerin) söylediğine değil yaptıklarına bakmamız gerektiği gibi, Sayın Kılıçdaroğlu'nun da söylediklerinden önce yaptıklarına bakıyoruz:

Cumhuriyet Halk Partisinin ekonomik politikalarından sorumlu olan, Kılıçdaroğlu'nun yakın çalışma arkadaşlarının ideolojilerinde bir değişim görmüyoruz. Bu koltukların sahiplerinin isimlerinde de bir değişim görmüyoruz. Yarın olası bir iktidar değişikliğinde ekonomiyi yönetmeye talip olan, muntazaman Babacan ve 2013 öncesi AKP ekonomik politikasını öven ekipte ne bir özeleştiri, ne bir tavır değişikliği, hiçbir emare yok...

Kişilerden, niyetlerden, bağımsız; işleyen, gelişen ve Türkiye'yi kalkındırabilecek bir modeli yaratmak ve uygulamak zorundayız. Bunun için ise öncelikle bir siyasi irade oluşturmak zorundayız.

Değirmenlerle kavga etmenin, havanda su dövmenin zamanı olmadığı gibi birbirimizi aptal yerine koymanın da zamanı değil...

PAYLAŞ

Turgay DEVELİ

17.10.2022 22:39:54

YAZARLAR


VALİ KÖŞGER’DEN GÜVENLİ VE DÜZENLİ TRAFİK VURGUSU

NAZIM ALPMAN YAZDI/ DEVLET 1 MAYIS’A SAYGI GÖSTERSİN!

KUŞ GRİBİ YUMURTA FİYATLARINI ARTIRDI

KARNAVAL KOMİTESİNDEN MEKTUP VAR

ZEYDAN KARALAR’DAN MHP İL BAŞKANINA “SİNEK” CEVABI

YERLİ SUSAM İÇİN  YERLİ ÜRETİM HAMLESİ

ÇUKUROVA BELEDİYESİ TENİS TURNUVASI BAŞLADI

FATİH GÜLER GÜVEN TAZELEDİ

18 İLDEN 400 SATRANÇ SPORCUSU ADANA’DA YARIŞTI

CHP’Lİ BULUT: TASARRUFU SARAYDAN BAŞLATIN

SEYHAN NEHRİNDE GONDOLLA GEZDİLER

"YALANA VE ŞANTAJA ASLA BOYUN EĞMEYECEĞİZ"

CHP GERÇEĞİ YAYINLADI

ADANA’DA 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMASI

GÜNÜ FOTOĞRAFI:

RESMİ AÇILIŞISI HİSARCIKLIOĞLU YAPTI

CHP’DEN 23 NİSAN KUTLAMASI