İfral TURGUT

Tarih: 26.12.2022 19:17

<strong>İNEBAHTI ÇOLAĞI</strong>

Facebook Twitter Linked-in






Savaşlar yaşadı, esir düştü, hapis yattı, defalarca tökezledi, ama şizorfrenik korkularına yenik düşmemek için direnmekten vazgeçmedi.  Hep kendi benliğinin peşinden koştu. Kendini arıyordu. Sonunda kendisini kurtaracak olanın edebiyat olduğunu keşfetti.





Cervantes’i anlatmaya çalışıyorum.  1547’de, Madrid’te doğdu. 1562’de, bir Cizvit Okulu’na gönderildi. Ancak yoksulluk sebebiyle eğitimini tamamlayamadı Edebiyata ilgi duymaya   başladı. Yazdıkları ve okudukları hayal gücünü geliştiriyordu.  





21 yaşındayken, bir kadın yüzünden tutuştuğu düelloda rakibini ağır bir şekilde yaraladı.   Suçluydu. Çünkü dönemin kanunlarına göre düello etmek ağır suçtu. Gıyabında yapılan   mahkemede halkın gözleri önünde sağ elinin bileğinden kesilmesine ve 10 yıllığına sınır dışına sürülmesine karar verildi. Kalem ve kılıç tutan sağ elini kaybetmeyi kabullenemiyordu. İtalya’ya kaçtı.





Bu sırada Akdeniz’deki Osmanlı üstünlüğüne karşı büyük bir Haçlı Donanması oluşturuldu. Cervantes de gitti ve Haçlı Ordusu’na katıldı. Osmanlılarla İnebahtı açıklarında çatıştı.  Kaderinden kaçamamıştı. Sağ elini kurtarmak için savaşa katılan Cervantes, bu savaşta sol elini kaybetti. Bundan sonra da “İnebahtı Çolağı” diye anılmaya başladı.





İyileşince tekrar askerliğe döndü. Yüzbaşılığa terfi etmek istiyordu. Osmanlılara karşı tekrar savaşlara girdi. Ama 1575’te kardeşiyle beraber Osmanlılara esir düştü. Cezayir’e götürüldü.  Defalarca kaçmaya çalıştıysa da başaramadı.





Esirlerin satıldığı dönemdi. Cezayirli Hasan Paşa tarafından satın alındı. İstanbul’a’ esir işçi olarak getirildi. Kılıç Ali Paşa’nın Tophane’de Mimar Sinan’a yaptırdığı Kılıç Ali Paşa Camii’nin yapımında çalıştı. İnşaat bitince, Kılıç Ali Paşa camii inşaatında çalışan tüm köleleri azat etti ve Cervantes 5 yıl sonra kendi topraklarına döndü.





Artık bambaşka bir Cervantes vardı. Savaş ve esaret onun için büyük tecrübe oldu.   Saraydan mutlaka bir görev alacağına emindi. Ama sonuç bir hayal kırıklığıydı. Sadece    donanmanın depolarından birinde bir muhasebe işi bulmuştu. Ama adı bir dolandırıcılık işine karıştı. Hapse girdi. Çıkınca, Güney Amerika kolonilerinde bile iş aradı. Yine olmadı. Yapacağı tek şey kalmıştı: Yazmak. İlk romanını 1584’te tamamladı. Manzum olarak yazdığı, tiyatro eserinde ise İstanbul’u, Topkapı Sarayı’nı, III. Murat’ın padişahlığını anlattı.





Bu arada kafasında Don Kişot şekillenmeye başlamıştı. Don Kişot, şövalyelik hikayelerini bıkmadan usanmadan okuyarak zamanla aklını yitirmenin eşiğine gelen yaşlı bir adamdı. Bir süre sonra da okuduklarına inanır oldu ve bir şövalye olmaya karar verdi. Bir kahraman olarak anılmak ve kendini böyle hissetmek istiyordu. Bu aslında Cervantes’in kendisi için istediğiydi. Şimdi ulaşamadığı kahramanlıkta, şövalyelikle güçlü kalemini kullanarak alay etme zamanıydı. Aslında alay ettiği tam olarak kendisiydi. Eminim romanı da filmlerini de biliyorsunuz. 





Yoksullukla boğuşarak geçirdiği hayatında Don Kişot, ikinci baskısını 10 yıl sonra yaptı ve Cervantes’e 70.000 Ducado maaş kazandırdı. Ne var ki, tam rahat edeceği zaman, ömrü vefa etmedi. 69 yaşında öldü. Bir başka deha Shakespeare ile aynı günde. Trinitarian Manastırı’na gömüldü.





Ancak mezar yeri tam olarak bilinmiyordu. 2015’te, yaklaşık 30 kişilik bir araştırmacı   kızılötesi kameralar, üç boyutlu tarama cihazları ve özel radarlarla yaptığı çalışmalar sonunda, buldukları mezarı ve kemiklerin Cervantes’e ait olduğunu açıklandı.





SON DERECE FIRTINALI, DÜZENSİZ VE HEP RÜZGARİN İNSAFINA BIRAKILMIŞ, HİÇ HUZUR BULAMAMIŞ BİR HAYAT.











Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —