Yanlış duymadıysam, şöyle bir açıklama vardı birkaç gün önce; “Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz 2025 ikinci çeyrek itibarıyla yıllıklandırılmış kişi başı milli gelir yaklaşık 17 bin dolar (yaklaşık 699 bin lira) düzeylerine yaklaşmıştır.” Hemen ardından da “Yüksek büyüme performansımızla, 2025 verileri açıklandığında Dünya Bankası sınıflandırmasına göre ülkemizin yüksek gelirli ülkeler grubuna gireceği öngörülmektedir” deniliyordu!
Çevremde olup biteni, “iktidarın” umarsız biçimde dargelirliyi kıskaca aldığını, emekli/ ücretli katmanın temel gereksinmelerini karşılamada yaşadığı zorlanmaya aldırmadığını, okullar açılırken devlet okullarında “kayıt bedeli” ödendiğini, “açlık sınırı” altında geçimini sağlayan yurttaşların pazar sonlarını beklediğini, toplumun büyük bir bölümünün mevsimsel ürünleri tüketemediğini/ et yiyemediğini/ yemeklik yağ fiyatlarının yükselişine yetişemediğini görüyorum, tanık oluyorum, yaşıyorum…
***
Şaka değil; onyedibin dolar denilen rakam yediyüzbin lira demek! Neredeyse üç asgari ücretlinin aldığı yıllık rakam; emekli aylığından, onmilyonu aşan işsizden söz etmiyorum bile… Bir de şunu unutmamak gerekiyor elbette ki; ekonomisi büyüyen, kişi başı ulusal geliri artan bir ülkenin piyasası pamuk ipliğine bağlı olmaz! Örneğin vergiler daha da yükselmez; düşer, çalışanlar “açlık sınırı” altında bırakılmaz; hiç olmazsa “yoksulluk sınırına” yaklaşır, devlet okulları yurttaştan alınan dolaylı/ dolaysız vergilerle ayakta tutulur, hiç olmazsa ilköğretimin ilk dört yılında öğrencilere ücretsiz yemek verilir, üreticilerin sorunları geciktirilmeden çözülür, üretime yönelik çalışmalar yapılır, üreticilerin gelecek kaygıları ortadan kaldırılır…
Bunlar ilk başta aklıma gelenler, bunlar “iktidarın” görmediği/ görmekten çekindiği/ çözmeyi her geçen gün zorlaştırdığı sorunlar!
***
Yılmaz, açıklamasında “yüksek gelirli ülkeler grubundan” söz ediyor… Sözümona İsviçre, Singapur, ABD, Avusturya, Hollanda, İngiltere, Kanada, Almanya, Fransa, Euro Bölgesi, Japonya’dan… Bu ülkelerdeki ulusal gelir otuzyedibin ile seksenbin dolar arasında değişiyor… Düşünsenize, sıkça Hollanda’nın Konya kadar toprağı olmasına, denizden düşük kodlu toprakları bulunmasına karşın ellibin doların üzerinde ulusal geliri olduğu belirtiliyor. Ayrıca tarımsal dışsatımda ABD’nin ardından geldiği, yılda yüzmilyar avroluk ürün satışı gerçekleştirdiği belirtiliyor!
Hollanda’nın, özellikle buğday, yem bitkileri, mısır, patates ürettiğini yeni öğrendim. Bahçecilik sektöründe sebze, çiçek soğanlarına, seraları, tatlı biber, gül, çiçek yetiştiriyor, üreticisine her tür ekim/ yetiştirme/ hasat güvencesi veriliyor…
***
Bizdeki dışsatım ürünlerini değerlendirelim; dışsatımcı birlikler tarımsal kuru incir, kuru kayısı, deniz ürünleri, zeytin/ zeytinyağı gibi ürünlerin dışsatımında yükselişte olduğunu söylüyor. Dışsatım, elbette bir ülkenin kaçınılmaz önceliklerinden biri olmadıkça “ekonomik büyümeden” de söz edilemez! Üreteceksin, ürettiğin ürünün iç pazar gereksinmelerini karşılayacaksın, arta kalanını da satacaksın; bu üreticinin de beklediği bir şey, üreticiyi üretime özendirmenin de kaçınılmaz özelliği…
Yaz aylarının sonuna geldik! Bu yurdun yurttaşının “tüketmekte zorlandığı ürünler neler” diye sorulsa, kanımca başta meyveler gelir! Ardından et/ süt ürünleri… Ama tüm bunların dışsatımında “rekorlar” kırıldığı ileri sürülüyor! Ulusal gelir artacak, bu yurdun topraklarında yetişen ürünler/ bu yurdun yurttaşlarına “lüks” olacak; anlam verebiliyor musunuz? “İktidara” yakın olan isimler olsun, dışsatım yapan firmalar olsun, içpazarın öyle anlatıldığı gibi tüketemediğini/ beslenemediğini/ temel gereksinmelere ulaşamadığını biliyor olsalar bile umursamazlıklarını belli etmeden algı peşinde olduklarını biliyoruz! Tamam, dışsatımcı firmalar inciri, kayısıyı, balığı satıyor da; bu ya da diğer ürünleri üretenler, firmalar kadar sevinebiliyor mu acaba? Önemli değil mi bu?
***
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz'ın "kişi başı ulusal gelir 17 bin dolar" sözü, kulağa ne denli hoş gelse de, çarşı/ pazar gerçeğiyle çeliştiğinde anlamsızlaşıyor. Büyümenin yaşandığı bir süreçte yabancı para birimleri neden artar, akaryakıta neden zam gelir, akıl almaz vergiler neden gerçekleşir, yıllık enflasyon otuzlarda olmasına karşın kira artışı neden kırk düzeyinde seyreder?
“İktidarların” yaptığı ne olursa olsun; eğer yurttaşın yaşamına dokunmuyorsa, üstelik “büyüme” denirken kaygılar daha da artıyorsa/ en çok da emeğiyle geçinenleri çıkmaza sürüklüyorsa anlamı var mı sizce; olmamalı bence!