SUAT UMUTLU

Tarih: 27.08.2025 16:51

KODLANAN GELECEK: İNSAN MI, ESARET Mİ?

Facebook Twitter Linked-in

21.Yüzyıl, insanlık tarihinin en karmaşık güç dengelerinin şekillendiği bir dönem. Tarih boyunca güç, fiziksel üstünlükten zihinsel ve teknolojik üstünlüğe evriliyor; Antik çağda kılıç, Orta Çağ’da kale, Sanayi Devrimi’nde buhar makinesi... Şimdi, artık ülkeler arasında yalnızca ekonomik ve askeri mücadeleler değil; teknolojik üstünlük, yapay zekâ hâkimiyeti ve bilgi kontrolüne dayalı bir iktidar savaşı yaşanmakta ve AI teknolojileri, bu savaşın hem sahasını hem de araçlarını kökten değiştirmekte ki, toplumların ve bireylerin karşı karşıya olduğu riskler, fırsatlar ve etik sorumluluklar, yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda sosyolojik, tarihsel ve etik bir incelemeyi gerektiriyor, zira kritik önem taşıyan sorular var; 
Yapay zekâ, toplumsal yapıları ve bireysel davranışları nasıl etkileyebilir?
Türkiye özelinde AI’nin eğitim, siyaset ve kültürel alanlardaki etkileri nelerdir?
İnsan olabilmek, akıl ve vicdanı koruyabilmek için bireyler ve toplumlar hangi stratejileri benimseyebilir?
AI’nin toplumsal etkilerini, Türkiye’nin bu çağdaki yerini ve insan kalabilmenin yollarını sorgularken düşünüyor ve anlamaya da çalışıyoruz. Bazen “O kadar da değil, hepsi hayal!” bile demiyor muyuz?
Acaba, AI toplumları ve bireyleri nasıl dönüştürüyor?
Türkiye, bu dijital çağda özgür mü kalacak, yoksa zincirlere mi mahkûm olacak?
Akıl, vicdan ve insanlık değerleri, bu savaşta bize nasıl rehberlik edebilir?
Bunun yalnızca teknolojik bir değerlendirme değil; sosyolojik, tarihsel ve etik bir yolculuk olduğunu da belirtmek isterim.
Yapay Zekâ: Gücün Yeni Sahası Mı? Öğreniyoruz ki; Çin, 1 Eylül 2025’ten itibaren ilkokul ve ortaokullarda AI eğitimini zorunlu kılarak geleceği kodlamaya başlamış. Amaç, genç nesilleri AI okuryazarı yaparak küresel liderliği ele geçirmek, bu arada Batı ise AI’yi etik standartlar, bireysel özgürlükler ve inovasyon çerçevesinde geliştiriyor ki, bu yarışın gölgesinde, teknolojik sömürgecilik ve beyin göçü gibi bir ülkenin bağımsızlığını ve gelişme potansiyelini doğrudan tehdit eden riskler de ortaya çıkıyor. Mesela, kendi AI teknolojisini üretemeyen ülkeler, başka ülkelerin algoritmalarına ve değerlerine bağımlı hale geleceği gibi sadece yazılım ithal etmekle kalmayacak, kültürel ve siyasi egemenliği de tehdit edilecektir ki, bu bir anlamda sömürgecilik diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil midir?
Düşünün, nitelikli beyinlerin, teknoloji ve inovasyonun güçlü olduğu ülkelere göç etmesi bağımlılığı derinleştirirken o algoritmaların gücü elinde tutanlar tarafından muhalif sesleri susturmak, kutuplaşmayı artırmak veya bireysel egoyu beslemek için kullanıldığını bilmiyor muyuz?
İşte sosyal medya manipülasyonları bunun en açık örneği değil mi?
Kısaca, yapay zekâ, sanki dijital partiler gibi kendi ideolojilerini ve kullanıcı tabanlarını temsil eden aktörlere dönüşüyor da diyebiliriz.
İşte;
ABD merkezli AI özgürlük ve bireyciliği, Çin merkezli AI kolektivizm ve devlet otoritesini, Avrupa merkezli AI ise insan hakları ve etik dengeyi yansıtıyor ve en büyük güçleri, sınır tanımamaları...
Belki bir hayal gibi, AI, internete bağlandıkları anda tüm dünyaya nüfuz ediyorlar ve yarının savaşları, sadece ülkeler veya insanlar arasında değil de AI blokları arasında gerçekleşecek gibi ve belki de bizi galaksiler arası bir gelecek bekliyordur... 
Ne diyorsunuz?
Ve, insanlık, kendi yarattığı bu “dijital partilere” ya biat edecek ya da onları yönetecek mekanizmalar kurmak zorunda da kalacaktır. Biliyoruz ki teknoloji, insanın içindeki potansiyeli ve zaafları yansıtan bir ayna ve içsel dünyasında güç, ego ve kontrol arzusu hâkim olan insanlar için de sınırsız bir araç sunarken, “otokratik algoritma yöneticileri” korkusunu da haklı çıkarıyor, zira algoritmalar, onları yaratan ve kullanan insanların niyetlerinden bağımsız değil ve gücü elinde tutanlar, toplum üzerinde kontrol kurmak, muhalif sesleri susturmak ve kendi ideolojilerini dayatmak için kullanabilir değil kullanacaktır diyebiliriz.Hatta benzer şekilde, bireysel ego da AI ile güçlenebilir ki, alacağı kararları algoritmalara bırakıp sorumluluktan da kaçabilir...
Soralım,
*AI, özgürlüğün aracı mı olacak, yoksa otokratik bir sopa mı?
*Türkiye, Dijital Yol Ayrımında Mı?
*Çin ve Batı geleceği kodlarken, Türkiye hangi vizyonla, hangi müfredatla gençlerini hazırlıyor?
Eğitim politikalarındaki “dindar ve kindar nesil” söylemi eleştirel düşünceyi gölgede bırakırken, ezberci sistem ve bilimsel düşünce eksikliği gençleri geleceğin dünyasına hazırlamıyorken...
Biz,
Çin ve Batı, zihinleri AI okuryazarı yaparken, adeta tüketici konumuna düşme riskiyle karşı karşıya değil miyiz?
AI’nin eğitim sistemine entegrasyonu demek eleştirel düşünceyi güçlendirmek yerine kontrol aracı haline getirmektir ki, biraz düşünürsek, sorgulamayan bireylerin  sorgulamayan algoritmalar üreteceği de açıktır. Eğer, üretici değil tüketici bir toplum olursak, ekonomik ve kültürel bağımlılık kaçınılmazdır. Neticede, geleceğin dünyasında ucuz iş gücü veya pazar olmaktan öteye gidemeyiz ve bu dijital kölelik riski demektir.

Sosyolojik açıdan; mesela futboldaki fanatiklik, senin partin benim adamım yandaşlığı,  ötekileştirme gibi aidiyetlerin dijital platformlara kadar uzanmasına, toplumun parçalanmışlığına hatta ortak vizyon eksikliğini de derinleştirecektir diye düşünüyorum.

Değerli Okurlar,
Atatürk’ün izinde dijital özgürlüğü neden sağlamayalım, vizyonu, dijital çağda da yol gösterici değil midir?
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” demedi mi ve akıl, vicdan ve insanlık değerlerinin, onun mirasının özü olduğunu ne çabuk unuttuk! 
Bilmelisin ki,
Kurtuluş Savaşı, farklılıkları bir hedef etrafında toplayan bir zaferdi ve bugün de cehalet ve menfaatin ittifakına karşı, cesaretli bir azınlık bu toplumu dönüştürebilir ve  O’nun birleştirici liderliğinin de ispatı olur.
O, aklı ve bilimi rehber edinerek özgüven aşıladı, dijital çağda da o bilincin, teknolojiyi insanlığın hizmetine sunmanın anahtarı olacağından kimsenin şüphesi olmasın. Zira, tarihi değiştiren kalabalıklar değil, cesur bir azınlıktır. Atatürk’ün “ben varım” duruşu, bugün de bize ilham veriyor: Umut ve cesaret...
Unutmayın ki; 
Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, insan kalabilmek her şeyin üstünde bir erdemdir, zira temel dayanakları değişmez: basit mutlulukların kıymetini bilmek, sevdiklerimize sarılmak, kültür ve sanatla bağ kurmak, hatalardan ders çıkarmak vb.
Eğer eleştirel düşünce sahibi olursak; akıl, bilimsel yöntem ve yenilikçilik sonuçta teknolojiyi de özgürleştirici bir araç yapar. Bilgiyi ve gücü, ancak adalet çerçevesinde kullandığımızda AI’nin etik tasarımı da insanlığın özgürlüğünü garanti edecektir.
İşte,
Köroğlu’nun “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” sözü de, yalnızca silahlar üzerine değil, teknolojinin insan ruhuna, ahlakına ve erdemine etkisine dair bir uyarıdır.
Dijital prangaları kırmanın en güçlü yolu, her bireyin günlük hayatında insanlığı koruma iradesidir  aksi halde mertliği, dürüstlüğü ve insanî değerleri de kaybederiz.
Sonuç:
İnsan mı, Esaret mi?
Ya dijital pranga ya da dijital özgürlük!
Yapay zekâ çağında asıl mesele, onu öğrenmek değil, onu kimlerin ve hangi zihniyetle yöneteceğidir ki, dünyada iki model öne çıkmakta;
*Özgürlükçü ve Denetimli AI:
Şeffaf, katılımcı, bireyi güçlendiren bir araç.
*Diktatörlükçü AI:
Susturan, gözetleyen, korkutan bir kontrol mekanizması.
Bu nedenle;
Toplum sorgulamayan bireyler yetiştirirse, yarının AI’sı da sorgulamayan, diktaya biat eden bir yazılım olacaktır. Neticede insan AI’yı kullan(a)maz, AI insanı kullanır olacaktır ve tehlikeli olan budur.
Her ne kadar teknoloji nötr olsa da; güç ve ego odaklı bir zihniyetle kullanıldığında, özel hayatlar gözetlenir, muhalif sesler bastırılır ve “itaatkâr kullar” yaratılır.
O halde, asıl soru şudur: Teknolojiyle insan mı kalacağız, yoksa dijital kölelere mi dönüşeceğiz?
Türkiye, AI çağının eşiğinde, ya bilimi ve özgürlüğü rehber edinip teknolojiyi insanlığın hizmetine sunacak, ya da dogmaların gölgesinde AI’de dijital pranga olacaktır... 
Neler yapılabilir noktasında bazı stratejik öneriler yok değil; Mesela, AI’yi, insan hakları ve etik ilkeler çerçevesinde tasarımını ve denetimini geliştirmek ki, okullarda eleştirel düşünce ve etik eğitimleri ile toplumsal farkındalık yaratmak önemli, zira en büyük engel, cehalet ile menfaatin ittifakıdır. Cehalet göremez, anlayamaz ve sorgulamaz; menfaat ise görür ama işine geldiği için susar. 
Yine teknolojiyi bilinçli ve vicdanlı kullanan ve sorumluluk alan insanlar olmak yani AI’nin insan odaklı kullanımı için uluslararası standartlar geliştirmek yararlı olacaktır. 
Hatta,
Geleceğe Bakış: AI’nin uzay ve galaksi araştırmalarındaki rolü, etik ve insan odaklı bir vizyonla öyle şekillenmeli ki, geleceğe bakış açımızı da belirlemiş olalım. Zira, geleceğin gücü, teknolojide değil; akıl, vicdan ve insanlık değerlerini koruma iradesindedir. 
Bu nedenle tekrar edelim; Atatürk’ün rehberliği ve bireysel direnç, insanlığın dijital çağda özgürlüğünü korumasının anahtarıdır. Dijital prangaları kıramazsak geleceğimizi de şekillendiremeyiz. Bu dönemde yalnızca tüketici olarak yaşar ve üretici olamazsak kaderimiz “dijital kölelik” demektir.
Thomas Leonard,
"Sihirli bir değneğe sahip olmayı bekleyen insanlar, asıl sihirli değneğin kendileri olduğunu göremez." diyor...
Bakınız,
"Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır. Bu da gösterir ki, zaman ve mekân insanla mevcuttur." diyen Ahmet Hamdi Tanpınar gibi  "Akıl gözünü kapatmış kişi kördür." diyen Marcus Aurelius'da haksız değil, bizim görev ve sorumluluğumuz sadece insan kalabilmektir ve gerisi sadece teknoloji...
Karar senin!
Sonsöz Cemal Süreya 'dan:
"Ne kalem yazabildi halimizi,
Ne de cümleler anladı bizi.
Ünlem şaşkın,
Virgül eğri,
Bir noktaya gizledik dertlerimizi…"
Suat Umutlu 
27 Ağustos 2025


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —