"Bir toplumun asıl ölçüsü, en zayıf üyelerine nasıl davrandığıdır..." Mahatma Gandhi¹…
*
"Tanrım!
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için,
Zayıfların sevgisini kazanmak için,
Bana yardım et.
Eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi, başarı verirsen alçak gönüllüğü,
alçakgönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma...
Düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak, onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Eğer insanlara zarar verirsem özür dileme gücünü,
onlar bana zarar verirse, affetme ve merhamet gücünü ver.
Tanrım!
Eğer ben seni unutursam, Sen beni unutma..."
Bu sözler de, yıllarca derin sessizliğe gömülmüş Hint halkını harekete geçiren, Hindistan'ın "bapu"'su yani babası Mohandas Karamçand Gandhi'nin ki, gerçekten "Zayıfların sevgisini kazanmak hatta güçlülerin yüzüne gerçeği söyle(yebil)mek" nasıl mümkün olabilir diyerek başlayalım.
Önce bir anekdot...
Sosyal medyada okumuşsunuzdur diye düşünüyorum;
"Bilim insanları bir ziyafette toplanır, kadehlerini kaldırırlar, “Atomu parçaladık, uzaya çıktık, kanseri yendik, DNA’yı çözdük!” diyerek gururla sıralarlar başarılarını...
Sonra biri sorar: “Peki, neden geri zekalılar tarafından yönetiliyoruz?” öyle bir şaşkınlık ve sessizlik çöker ki, cevabını bilemez bulamaz halde kadehlerini indirirler. Parti bitmiştir!…
Gerçekten, bilim ilerlerken idareler tökezliyor; para ve medya büyük bir güç olarak liyakati yok sayıyor ve hâlâ o aptalları da tahta çıkarıyor. Onların popülist yalanları halkı yine kandırıyor, eğitimde itaati körüklüyor, yolsuzluk da yoksulluk da artıyor vs…
Einstein²'ın, "O'nun gibi adamlar gerekli..." dediği
Gandhi, Tuz Yürüyüşü’ ile halkının birliğini özgür kılsa da, sessiz direnişle sömürgecilere adalet ve sevgiyle meydan okusa da: merak ediyorum, bilim adamları yeni bir araştırma daha yaptı mı?
Üretmeden tüketmenin, okumadan ahkâm kesmenin, menfaat için biat etmenin ölçü olduğu DijiÇağ'da doğru cevabın bariz olduğunu düşünüyorum, zira egosu tavan yapanlar arttıkça sonucun değişmesi beklenemez ...
Ve,
O kalabalıkların, toplumların ya da devletlerin öyle ya da böyle kâh aptallar, kâh cahiller, kâh para babaları tarafından idare edilecekleri de kuşkusuzdur.
O halde bir soru daha,
Böyle devam etmeli mi,
Umudumuz ve kurtuluş reçetesi yok mudur?
Azıcık da olsa.…
Elbette var,
Umut, halkın kolektif aklını liyakatsiz elitlere karşı kooperatif ağlarla yükseltmesinde, aptalların zincirini kırma umudunu taşımasındadır ki, ancak
o zaman mutlu olabilmesi, üretimde ve yönetimde söz sahibi olması mümkün olabilir diye düşünüyorum.
**
Değerli Okurlar,
De Lege Lata³ ve De Lege Ferenda⁴ Latince kavramlar olup, kısaca olan ile olması gereken ya da yaşadıklarımız ile yaşamayı hayal ettiklerimiz, ideallerimiz…
Önceki yazılarımda bahsettiğim yönetim biçimleri, iktidarın belirli bir sınıfa, zümreye ya da yozlaşmış yapıya teslim edildiği De Lege Lata (mevcut hukuk / olan durum) düzenlerdi;
Meritokrasi liyakatsizlerin; kleptokrasi hırsızların; plütokrasi zenginlerin; kakistokrasi en kötülerin; idiokrasi ise cahillerin yönetimiydi ve bu sistemlerde çürüme de halkın çilesi de bitmiyor sadece biçim değiştiririyordu.
Bugünün dünyasında siyasal ve ekonomik sorunlarına bakıldığında da; yoksulluk, yolsuzluk ve gençlerin geleceksizliği gibi başlıklar “Az gelişmiş ülkelerin kaderi mi?” sorusunu akla getirmekte. Zira, adaletin terazisi şaşmış; yasa, zengin için kalkan, fakir için kırbaç haline gelmiştir. Halkın oylarıyla seçilenler, halkın malını yağmalarken; eğitim sistemleri çökerken, halk da sorgulamayan bir kalabalığa dönüşmektedir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu tablodan ne kadar azadedir diye de düşünmek gerekir ama bilinmesi gereken bir gerçek var.
Dünyada, zenginliğini başkalarına sunan! ülkelerde;
Liyakat sisteminin yerini sadakatin alması, kamu kaynaklarının usulsüz ihalelerle belli şirketlere aktarılması tipik bir kleptokrasi örneği, zengin ile yoksul arasındaki uçurum plütokrasiyi derinleştirirken, eğitim sisteminin çöküşü de idiokrasiye zemin hazırlamaktadır ki, acaba, yukarıdaki anekdotu düşünürsek ve Platon⁵’un da söylediği gibi: “En büyük ceza, siyasetten uzak duranların, kendilerinden daha aşağı insanlar tarafından yönetilmesidir..." ve çıkış yolu kolektif kurtuluşta mıdır?
Daha önce ele aldığım Filokrasi⁶ (Sevgiyle Yönetme Sanatı), ulaşmayı arzuladığımız De Lege Ferenda (Gelecekteki Hukuk / Olması Gereken İdeal) vizyonudur. Ancak sevgi ve erdem eyleme dönüşmedikçe pasif bir ütopya olarak kalır. İşte Kooperatokrasi, bu iki durum arasındaki uçurumu kapatacak; Filokrasi'nin ruhunu somut eyleme dönüştürecek zorunlu köprüdür. Zira, bu modelde halk, dayanışma, paylaşım ve ortak akıl temelinde örgütlenir. Bir kişinin zenginleşmesi değil, toplumun refahı esas alınır.
Kökenini kooperatifçilikten alan, toplumun ortak yararını öne çıkaran; gücünü dayanışmadan ve iktidarı elitlerin değil halkın ortak aklına teslim eden bir sistemden söz ediyoruz. Öyle ki, sadece oy vermekle de sınırlı değil; sofrada, tarlada, fabrikada, okulda, sokakta da demokrasi demektir.
Kooperatokrasi, devletin her şeyi merkezileştirdiği ne komünizmdir ne de şirketlerin gücü elinde tuttuğu korporatokrasidir. O, özel mülkiyeti reddetmeyen ancak üretim ve paylaşımın halkın kendi örgütlenmeleriyle, gönüllü işbirliği temelinde üstlenilmesini esas alan bir modeldir ve Helen Keller⁷'ın sözleri de burada anlam kazanıyor:
“Yalnız bir insan çok az şey başarabilir, ama birlikte çok şey yapılabilir.”
“Eğer hızlı gitmek istiyorsan yalnız git; ama uzağa gitmek istiyorsan birlikte git.”diye Afrika atasözü de var.
Yani, “Birlikten kuvvet doğar.”dediğimiz ruh, kooperatokrasi’nin özü…
John Donne⁸'in evrensel manifestosundaki,
“Hiçbir insan bir ada değildir, kendi başına bütün; her insan Kıta’nın bir parçasıdır, ana toprağın bir bölümüdür.Herhangi bir insanın ölümü de benden bir şey eksiltir, zira ben insanlığın içindeyim.
Onun için sen de sakın çanlar kimin için çalıyor diye sorma; çanlar senin için çalıyor.” beyanı da
“biz bilinci” felsefesi olsa gerek... Bu bilinç, Anomi’nin (toplumsal çürüme) yarattığı bireycilik zehrine karşı en güçlü panzehirdir, zira yolsuzlukla çalınan her kuruş, liyakatsizlikle ezilen her genç, yoksullukla sınanan her komşu bizi eksiltmiyor mu?
Unutmayın , hepimiz aynı anakaranın parçalarıyız.
İşte, Kooperatokrasi, bu ortak kadere karşı pasif duruşu reddeden, sevginin (Filokrasi’nin) eyleme dönüşmüş ilk adımıdır hatta beş parmağı vardır diyelim:
Dayanışma, eşitlik, sevgi, adalet, birlik!"
*
Ne Yapılmalı?
Artık bize düşen elimizi vicdanımıza koyup bir durum değerlendirmesi yapmaktır:
Ne haldeyiz?
Nereye doğru gidiyoruz?
Einstein gibi söylersek “günümüzde hadiselerin gelişimine etki edecek bir “Gandhi etkisine” ihtiyacımız var gibi...
Keşke bu etkinin zalim yöneticilerin boyunduruğundaki her toplumda bir karşılığı olsa!
Sivil, itaatsiz, hoşgörülü, halkına karşı içten… Evet, Gandhi’nin bu kaldıraçlarla araladığı bağımsızlık kapısından girmiş Hint halkı. Ve ölümsüz liderlerinin sesi vicdanlarda yankılanmaya devam etmelidir:
“Aldatıcılar eninde sonunda kendilerini aldatmış olur!”
Birlik ve beraberlik,
Dil,din, ırk ayrımı olmadan...
Yani tek millet, tek vatan, tam bağımsızlık gibi "olmazsa olmaz" lar için;
-Hayatta kalma işbirliği: Yerel üretim ve kooperatifler desteklenmeli; halk kendi sofrasını ve pazarını kurabilmelidir. Komşunun hatırını sormak, tebessüm ve tevazu, gücün ve açgözlülüğün hüküm sürdüğü bir düzene karşı Filokrasi’nin ilk ahlaki duruşlarıdır ki, bu dayanışmanın yalnızca ekonomik değil, toplumsal bir direnç hattı da oluşturacağı kuşkusuzdur.
-Cehaletle mücadele: Cehaleti kırmak, pahalı okullar kurmaktan önce bilgiyi ve deneyimi paylaşmaktan geçer. Meslek sahiplerinin birbirine destek olması, cehalete karşı “Kolektif Akıl Ağı”nı kurmaktır.
Montesquieu⁹’nun dediği gibi:
“Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün topluma yöneltilmiş bir tehdittir.” ki, bu tehdit büyümeden, halk bu ağı kurmalı ve dayanışmayı sağlamalıdır...
Kooperatokrasi kulağınıza ütopik gelebilir ancak kleptokrasi, kakistokrasi ve idiokrasi batağında daha ne kadar debelenebiliriz?
Günümüzün karmaşasında, dostu düşmandan, gerçeği yalandan ayırmak zorlaşırken; insan mı, yapay zekânın kölesi mi olduğumuz dahi belirsizken, umudu canlı tutmak gerekmiyor mu?
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Köylü, milletin efendisidir” sözü anlatmaya çalıştığımız Kooperatokrasi’nin özünü yansıtmıyor mu?
Halk, bireysel değil, kolektif sorumlulukla kendi efendiliğini yeniden inşa etmelidir, mesela bir kooperatife katılın, bir komşunuza el uzatın kısaca dayanışmayı büyütmek için sadece bir adım atın. Zira, çanlar hepimiz için çalıyor.
Halkın efendiliğini, kolektif sorumlulukla yeniden ilan etme zamanıdır.
Gandhi gibi, sevginin, saygının, adaletin ve özgürlüğün değerini tüm dünyaya gösterebilir ve ülkenizin kaderini değiştiren birisi olabilirsiniz...
Suat Umutlu / 06 Ekim 2025
*
Dipnotlar:
¹ Mahatma Gandhi (1869–1948)
Hindistan’ın bağımsızlık lideri, pasif direniş ve adalet felsefesiyle tanınır.
Suat Umutlu/Mahatma Gandhi
https://adanaulus.com/kose-yazilari/bir_lider_mahatma_gandhi-162629.html
² Albert Einstein (1879–1955): Alman asıllı teorik fizikçi, görelilik teorisiyle bilim dünyasında çığır açtı. Bilimin yanı sıra hümanist ve barış yanlısı görüşleriyle de tanınır.
³ De Lege Lata
Latince “mevcut hukuk” anlamına gelir; yozlaşmış sistemlerin (kleptokrasi, plütokrasi) bugünkü adaletsiz düzenini ifade eder.
⁴ De Lege Ferenda
Latince “olması gereken hukuk” demektir; Filokrasi ve Kooperatokrasi gibi adil, sevgi temelli bir toplum vizyonunu temsil eder.
⁵ Platon (MÖ 428/427–348/347)
Antik Yunan filozofu, adalet ve ideal yönetim üzerine yazdı.
⁶ Suat Umutlu/Filokrasi https://adanaulus.com/kose-yazilari/filokrasi-163647.html
⁷ Helen Keller (1880–1968)
Görme ve işitme engelli Amerikalı yazar ve aktivist.
⁸ John Donne (1572–1631)
İngiliz şair, “Biz bilinci” Kooperatokrasi’nin temelini oluşturur.
⁹ Montesquieu (1689–1755)
Fransız filozof, güçler ayrılığı ilkesini geliştirdi.