SUAT UMUTLU

Tarih: 08.12.2025 22:49

​MİZAN/BİR'EY SORUMLULUĞU

Facebook Twitter Linked-in

​"Çizgili kağıda yazı yazmayı reddederken, başkasının çizdiği çizgiden gitmek özgürlüğüme dokunuyor." - Cevat Şakir Kabaağaçlı¹

​Yıl 2025.
Sahi neler oluyor?
Say say bitmez! dediğimiz soru(n)lar,
Güçlülerin hakimiyeti
Ve,
Yokoluşa sürükledikleri insanlar, insancıklar...

Hayatın içinde, "​kendimizi sanki soluk alamamaktan dolayı boğuluyor gibi hissettiğimiz ya da kollarımızdan ve bacaklarımızdan zincirlenmiş gibi hissettiğimiz zamanlar ve çevrenin baskısından dolayı beynimiz de durmaya zorlanmış, adeta ağlara takılmış bir balık gibi bağırmak istiyoruz sesimiz çıkmıyor, çırpınmak istiyoruz kımıldayamaz haldeyiz ki, bu bir özgürlük sorunu olmalı..."²

Bakınız,
"Tarımda, sanayide, turizmde, eğitimde, ulaştırmada, sağlık sektöründe... Say da say!
Bizi yoksul kılan bir zihniyet, bir zehirli üslup mu var?"³

"Bugün dünü arıyoruz, yarın da bugünü arayacağımızdan şüphemiz yok mu?
Bozulduk ağa bozulduk, dünya kökünden bozulmuş ve üstüne bastığım topraklar ayaklarımızın altından kayıyor sanki!"⁴

Galiba, bir çöküşün kronolojisi gibi...
"Nereye elimizi atsak dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hale nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet ise almış yürümüş!"⁵

Gelin, nasıl oldu da böyle bir düzene teslim olduğumuzu sorgulayalım desek, totalitarizm ve "kötülüğün sıradanlığı" kavramları üzerine dair çalışmalardan çıkan o acı tesbitler: "kötülüğün büyük kısmının, iyi ya da kötü olmaya asla kendi başına karar vermeyen insanlar tarafından yapıldığı"⁶ ve  "dünya tehlikeli bir yer ama bunun sebebi kötülük yapanlar değil, olup biteni izleyip hiçbir şey yapmayanlardır"⁷ uyarıları...

Görevimiz, bireysel düşünmeyi bırakan, otoritenin kararlarını sorgulamayan ve neticede yaşadığı kötülükleri bile normal görmeye alışanlara sadece bir hatırlatma olabilir. Mesela bir Uygur Atasözü: "bugün göz yumduklarınız, yarın size göz açtırmayacak olanlardır" der. Yine, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyerek yaşattığınız yılanların, bir sonraki hedefi siz olursunuz"⁸ sözü de bunu netleştirmekte diye düşünüyorum.

İşte,
Hâlâ "tek başıma ne yapabilirim ki?” diyerek geriye çekilip yavaş yavaş ‘yokoluşunun’ sessiz parçası olanlara  bir uyarı daha: "Tanrı, harekete geçmeyene yardım etmez.”⁹

Esasen,
Dünyayı biat edenler değil,  hep "hayır" diyenler, "eyy!" diyenler değiştirmedi mi?
"İnandığını, getirisine götürüsüne bakmadan haykırabilmek dünyanın en büyük onuru ve mutluluğu olduğu, aksini savunmanın ise en büyük onursuzluk, ızdırap ve vicdan azabı olduğu unutulmamalıdır."¹⁰

Bilmeliyiz ki, "insan ne kadar çok şey bilirse bilsin, eğer o bildikleri düzenli, sıralı ve birbiriyle bağlantılı değilse faydalı ve yaratıcı ol(a)maz. İdeal bir düşünme veya eylem; bir bilinçlilik ve düzen gerektirir."¹¹ Hatta, düşünmekten, sorgulamaktan, konuşmaktan vazgeçersek yaşadığımız toplumun bağışıklık sistemi çöker ve aptallığın cesaret bulacağı bir ortam doğar ve karanlığın ışığı suçladığı bir zihniyetle gelen çaresizliğin yarattığı "sessizlik dünyasında" da adalet değil otorite konuşur hale gelir.

Zaten, "bugün kötülük dediğimiz bir kişiden değil de bir çağın içinden akıyor gibi... Artık ülke, adı konmamış bir cinnetin içinde sürükleniyor, öyle ki söylemekten çekinsek de bir şeylerin bozulduğunu hissetmiyor muyuz?
Çürüme ilerlemiş, sistem kendi başına şiddet üretir olmuş: denetimsizlik, yoksullaşma, ucuz ve güvensiz çalışma düzeni, kurumların koruyucu görevlerini yapmaması vb... Toplumun, bireyden daha tehlikeli olabildiği bir zamanda bu kötülük, bu şiddet boş bırakılan kurumlardan, ertelenen adaletlerden, görmezden gelinen sorumluluklardan akıyor ki, bizi kim koruyor ve daha büyük tehlike ona 'alışmak' mıdır?"¹²

Acaba! Gerçekten istenen bu olabilir mi?
Elbette ki, "Hayır!"
Ama bir mesele var;  "herkes dünyanın düzene girmesini istiyor ama çabayı başkasından bekliyor, pasifliğini de bir sorun olarak görmüyor, sadece etrafa bakınıp 'canım, herkes öyle, herkes benim gibi' diyerek rahatlıyor hatta kendisini haklı da buluyor. Bu, adeta bir sürü psikolojisi ve düşündürücü değil midir?"¹¹

Mesele varoluşumuzun sessizliğinde saklı gibi... İçinden geçtiğimiz ve bize mutsuzluk ve umutsuzluk hissettiren dönemde;  aklımızdan geçen ama bir mazeret olmasa da, adeta insanî bir ıstırap, tehlikeli bir tuzak gibi olan ‘saklı’ bir cümle olduğunu düşünüyorum: “Ben tek başıma ne yapabilirim?”

Bu arada, bildiğimizi yapabilme ya da söyleyebilme cesaretimiz ile başkasından bekleme duyarsızlığımız arasındaki o kritik çaresizliğimiz içinde işimizin zor olabileceğini de biliyoruz.
Zira, "hayatta ne yapacağını bilen çok olsa da bildiğini yapabilen insan pek az"¹³ ki,  yüksek nitelikli ve ahlaklı o nadir insanların sırrı, 
severek ve inanarak bir şeyler yapmaları ya da söylemeleri olmalı...

"Bırak dünya seni değiştirsin ki sen de dünyayı değiştirebilesin"¹⁴ sözü bir işaret olsun diyerek bir
hatırlatma yapalım; ahval ve şeraitin en ağır olduğu zamanlarda dahi yanlış yapmaktan korkup hiç yapmamak yerine, akıl ve bilimi rehber edinerek en iyisini, en doğrusunu yapma iradesini gösteren ve
“ben öğrendiğim ve düşündüğüm her iyi şeyi mutlaka uygulamışımdır." diyen, içimizden birini Atatürk'ü unutmuş olabilir miyiz?

Değerli okurlar,
Onun gibi, "zihinsel ve fiziksel tembelliği kırmak için sessizliğin dünyasında birer ses olan ve tarihe yön veren nice cesur insanlardan; Christy Brown’un sol ayağıyla yazdığı o ilk“A” harfi bir varoluş çığlığı, Dachau’da kırık piyanodan çıkan ses bir vicdanın varlığını haykırış, Rosa Parks'ın bir otobüste "beyazlara ayrılmış" koltuğu vermeyi reddetmesi de ırksal ayrımcılığa karşı bir isyan oldu ki, hepsi karanlığa karşı bir çağrı değil midir?"¹⁵

Diyorum ki, hayat yaşanmaya değmeli, yoksa "sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez."¹⁶
Hem, "yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz? Şu dünyayı adamakıllı görmeden, ne olduğunu anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki?"¹⁷

O cesur insanlar gibi, değişim için düşünmek, sorgulamak ve bir ses vermek; tıpkı Dachau’daki mahkûmun piyanosundan çıkan o ses gibi, o an geldiğinde o ilk adımı atmak...Neden olmasın?
O suskunluk, o pasiflik kaderimiz olabilir mi?
Doğru olan kolektif irade ve sorumluluk alıp sorunlara akıl ile yaklaşmak ve “Ben” olabilmek sonra "Biz” diyebilmek değil midir?

Sakın unutmayın ki,
"Biri gelsin bizi düzeltsin" diye beklemek, en
büyük yüktür. Yetişmiş milyonlarca insanımız olsa da hepsi birbirinden kopuk. Bu topraklar, "yapacağız" diyenlerin değil, elindeki kozun farkında olup "böyle yapılır" diyerek işe koyulan ve mahallesinde, işyerinde bir sorunu çözenlerin yurdudur. Zaten, üç kişi biraradaysa devlet oradadır demektir. Akıl senin, karar senin"¹⁸

Kısaca birşeyler yapıp yapmamak sana bağlı...
İşte, çaresizliğin bir portresi ve adeta pasifliğin kitlesel felakete dönüşmesinin bir röntgeni gibi olan, o "ilk adım”ı atıp atmamanın önemi ve bedeli hususunda tarihten iki örnekle devam edelim istiyorum:

İlk ses İzmir'den, Vatan savunmasında tek başına atılan o ilk kurşun...
"15 Mayıs 1919 sabahı işgalciler İzmir’e ayak basarken, İstanbul Hükümeti de "Mukavemet etmeyin" diyordu. Yüzlerce Yunan askerinin karşısına tek tabancasıyla çıkan ve ilk kurşunu sıkan biri vardı, mermileri bittiğinde ise vahşice şehit edildi. Gazetesinde yazdığı "Uyan ey Türk oğlu!" sözünün eyleme dönüşmesi zamanı geldiğinde, "ben tek başıma ne yapabilirim ki?" demeden, öleceğini bile bile milletini uyandıran oldu, adı Osman Nevres, yani hepimizin bildiği gazeteci Hasan Tahsin..."¹⁹

O, tek bir bireydi ve ses oldu, umut oldu.
Hâlâ o "tek başınalığın ilk olduğunu" unutuyor ve nice Hasanları, Tahsinleri bekliyoruz. Kendimizde o "ilk kurşun" cesaretini bulamıyor, "bir-EY!" haykırışını da göz ardı ediyoruz?

İkinci örneğimiz, insanlık onuru için tek başına atılan o çığlık ta...
"Yer Pakistan. Köle tacirliği de, çocuk işçiliği de yasak ama yoksulluk yasaları da, yasakları da delmek için kullanılan bir silah olmuş.

Adı Iqbal Masih...
Henüz 4 yaşında iken, bir fabrikada haftanın yedi günü çalıştırılmak üzere ailesinin 16 dolara sattığı, korkunun ve açlığın sessiz tutsağı bu çocuk 10 yaşına geldiğinde, risk alıp kaçar ve yasaların gücünü keşfedip kıvılcıma dönüştüren 'bir'i olur. Özgürlük belgesini alıp o fabrikada patronunun yüzüne, yasaların gerçek olduğunu haykırır. Orada aynı korkuyla tutsak titreyen arkadaşlarına da
"Korkmayın, artık özgürsünüz..." diye seslenir.
O, "Çocukların ellerinde kalem olmalı, alet değil." diyerek dünyaya seslenir ama çocuk işçiliğine karşı verdiği bu mücadele ses getirmeye başlayınca henüz 12 yaşında iken öldürülür, yıl 1995..."¹⁹

İşte,
Susmak ya da korkmak yerine, karanlık fabrikadan yükselen o 'ilk adım' o ses, izinden gidenlere de büyük cesaret vermiş. Etkilediği ve mücadele ruhunu kazandırdığı çocuklardan Craig Kielburger onun mücadelesini sürdürmüş hatta dernek kurup 650’den fazla okul açmıştır.

Değerli okurlar,
Sizi düşünmeye ya da tartışmaya zorlar mı bilmiyorum. Ama, "bir şiirin bizi nereden nereye taşıyabileceğini görebilirsiniz.
İşte,
"Ben tek başına ne yapabilirim?" adlı o unutulmaz şiir;
"Ben tek başına ne yapabilirim? diye düşündü,
Biri, hiçbir şey yapmamaya karar verdi.
Öteki, yalnızlığının kuytuluğuna çekildi.
Üçüncü, tek başına düşünmeyi sürdürdü.
Yüz binler, tek başınalıklarını sürdürdüler.
Milyonlar, milyonlarcaydılar tek başınaydılar.
Bu arada birileri, onlar adına karar vermekteydi:
Tek başına olduklarını sananlar topluca ortadan kaldırıldılar."²⁰

Öncelikle biz de düşünelim ve Atatürk'ün dediği gibi, "yapmamıza imkan veren işleri yapmazsak, tarih bizi kınar ve sorumlu tutar"mı? diye de soralım.

Eğer, günümüzde “tek başıma ne yapabilirim?" diyenler, “birileri”nin iktidar alanını genişletiyor ve toplumsal varoluşumuz bir yokoluşa dönüşüyorsa;
"Varım, buradayım, yalnız da değilim" diyerek bir ses vermek, o yokoluşu varoluşa çeviren küçük bir bir başlangıç olabilir. Sorumluluk alıp dayanışmak, diğer “bir”leri bulmak; düşüncemizi ve tavrımızı planlarken de Atatürkçü öğreti sistemini rehber edinmekle milletimize faydalı olabiliriz. Gerçekten,
"çıkış; eğitimde, siyasette, üretimde, Atatürk'ün temellerini attığı fabrika ayarlarına yeniden dönmektedir."¹⁰

İşte,
Şiirin bize dayattığı ikilemin ta kendisi yani bir şeyi tersine çevirmenin ilk adımı olarak karşımıza çıkan bir kelime: “bir-Ey!”...
Burada,
“Bir”; tek olan, yalnız ve çaresiz birey: ben, sen, o...
“Ey!” ise varlığımızı ve irademizi hatırlayıp sessizliğimizi bozduğumuz iç sesimizin adıdır.

Unutulmamalıdır ki,
Duyarsız, sorumsuz hatta pasif olduğunu düşünen ve "çizgili kağıtlar" üzerine yazmamızı bekleyen birileri her daim olabilir..
Zira, pek çok neden var. Mesela yaşanan bu çürüme; sadece ekonomik ya da yapısal mıdır, yoksa insanlığın yok oluşuna uzanan sessiz bir sürüklenme mi vardır?

Adına bilim çağı, modern çağ, teknoloji çağı dediğimiz 21.Yüzyıldayız. Bana göre, DijiÇağ'ın esiri olarak, güçlülerin hakimiyetinde küçük büyük suçlar işliyoruz ama asla umursamıyoruz. Adeta ye, iç!... Yat, kalk! modunda ömür harcıyor ve adına da 'yaşamak!' diyoruz.

Oysa, "günümüzde uzaklara demokrasi ve uygarlık taşıdığını ileri süren bu emperyalizm, suçsuz, günahsız dinlemez ki! Dövmek bir yana engelli bırakır yetmezse öldürür bile!"²¹
Acaba neden?
"Emperyalizmin bizdeki son görevi; Türk milletinin kimliğini değiştirmek, üniter ulus-devleti ortadan kaldırmak, ülkeyi etnik temelde idarî olarak bölmektir ve başarırlarsa tamamlanmış olacaktır.
Yani, "ne ekerseniz onu biçersiniz. Hiçbir şey ekmediğiniz, neredeyse bilinçli olarak çoraklaştırdığınız tarlanın ortasında dikilip durursanız, günün birinde mutlaka sizi biçerler.
Bu arada, tarlasını çoraklaştırmış kişiye kimse imparatorluk kurdurmaz. Tarlayı başkaları sürer. Kimse satın aldığı tarlada korkutma amaçlı bostan korkuluğu istemez, önce biçerler, sonra kaldırıp bir kenara koyarlar, sıradaki işbirlikçiyi başa geçirirler."²²

Sen!
Üç tarafı deniz, dört bir tarafı hasım dolu, cennet gibi bir vatanın bir bireyi değil misin, kimsin? Eğer,
"kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin."²³ 
Belki, "gözlerin karanlığa alışması gibi;  
Bazı insanlar cehalete, kabalığa, safsataya ve niteliksizliğe alışmış ve kanıksamış olabilir. Hatta bilgelik, nezaket, ahlak ve ehil olmak onlara karanlık ve ürkütücü de gelebilir."¹⁰
Ama,
Ben, sen, o...
Cesaretle bir-Ey!" demekle kendi çizgimizin yönünü çizebiliriz.

Değerli okurlar,
Bir delinin ruh halinin anlatıldığı bir kitaptan son sözümüz;
"Ben" diyor deli, senin söylemek isteyipte söyleyemediğin sözleri söyledim.
Yapmak isteyipte, kendini tuttuğun şeyleri yaptım.
Sen akıllı olduğun için yavaş yavaş kendini öldürürken, ben hayatı dolu dolu yaşadım. Sence ben deliyim..!
Ama bence de sen bir ölüsün."²⁴
Eee!
Akıl var fikir var.
Karar senin!

Suat UMUTLU/08.12.2025
22:15
Dipnotlar;
¹Cevat Şakir Kabaağaçlı (1886-1973): Yazar. "Halikarnas Balıkçısı". Aganta Burina Burinata en önemli romanlarındandır.

² Gürcan Banger (1953-): İktisatçı ve yazar.
https://www.istikbalgazetesi.com/makale/aglara-takilip-kalmak-312794

³ Sedat Demirkaya: Denizli, Çivril doğumlu. Emekli öğretmen ve şairdir. 
https://www.facebook.com/share/p/17RYo5HFcQ/

⁴ Orhan Kemal (1914-1970): Romancı ve oyun yazarı. Bereketli Topraklar Üzerinde, Hanımın Çiftliği ve 72. Koğuş önemli eserleridir.

⁵ Yaşar Kemal (1923-2015): Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri. İnce Memed, Yer Demir Gök Bakır, Teneke gibi eserleriyle tanınır.

⁶ Hannah Arendt (1906-1975): Amerikalı siyaset teorisyeni. 20. yüzyılın en önemli düşünürlerindendir.

⁷ Albert Einstein (1879-1955): Alman asıllı fizikçi. İzafiyet Teorisi ile  modern fiziğin temellerini attı.

⁸ Aziz Nesin (1915-1995): Mizah yazarı, öykücü ve romancı. Toplumsal eleştiriyi keskin bir mizahla birleştiren eserler vermiştir.

⁹ Sophokles (MÖ 496-406): Antik Yunan'ın üç büyük trajedi yazarından biridir. Kral Oedipus, Antigone ve Elektra en bilinen oyunlarıdır.

¹⁰ Ahmet Zorlu: Yazar, gazeteci, TV yorumcusu.
https://www.kayseriyerelhaber.com/yozlastik-var-mi-otesi
https://www.facebook.com/share/p/1Grwx5JUKr/

¹¹ Cihan Dura (1942-): Akademisyen ve yazar.
https://www.cihandura.com/tr/makaleler/Bilimcilik_Dersleri

¹² Sadık Çelik: Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı.
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/sadik-celik/kotulugun-yeni-yurdu-2458330

¹³ Anthony Robens (Lord Robens) (1910-1999): İngiliz siyasetçi ve sendikacı.

¹⁴ Che Guevara (1928-1967): Arjantinli doktor ve yazar. Küba Devrimi'nin önemli liderlerindendir. Dünya çapında bir devrim sembolü haline gelmiştir.

¹⁵ Suat Umutlu. Hukukçu, toplumsal konularda yazan bir vatandaş.

https://adanaulus.com/kose-yazilari/ilk_adim-163844.html

¹⁶ Sokrates (MÖ 470-399): Antik Yunan filozofu, öğretileri öğrencisi Platon'un diyalogları aracılığıyla günümüze ulaşmıştır.

¹⁷ Sabahattin Ali (1907-1948): Yazar, şair ve öğretmen. Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna gibi eserleri vardır. 41 yaşındayken öldürülmüştür.

¹⁸ Türker Ertürk: Emekli deniz amirali. Askeri ve stratejik konulardaki analizleri ve köşe yazılarıyla tanınır.
https://x.com/Orsatramola/status/1996437967405990098?t=ML0pmkC8F1KReshaPY6vXg&s=08

¹⁹ İfral Turgut: Eğitimci, yazar. Adana Ulus Gazetesinde köşe yazarıdır.
https://adanaulus.com/kose-yazilari/bedeni-kucuk-ruhu-kocaman-bir-isyankar-99438.html

https://adanaulus.com/kose-yazilari/uyan-ey-turk-oglu-uyan-144186.html

²⁰ Ataol Behramoğlu (1942-): Şair, yazar, çevirmen ve fikir adamı. 1960 Kuşağı olarak adlandırılan toplumcu şairlerin önemli temsilcilerindendir.

²¹ Ceyhun Balcı (1965-): Hekim (kardiyolog), yazar.
https://www.azimvekarar.net/emperyalizm-dover-de-sever-de/

²² Yavuz Alogan (1950-): Yazar, çevirmen.
https://www.veryansintv.com/yazar/yavuz-alogan/kose-yazisi/en-onemli-sorun-ic-guvenlik

²³ José Saramago (1922-2010): Portekizli yazar. 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır. Körlük, Görmek, İsa'ya Göre İncil en ünlü eserleridir.

²⁴ Fyodor Dostoyevski (1821-1881): Rus roman yazarı. Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler, Budala ve Ecinniler başyapıtlarıdır


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —