Oktay EROL

Tarih: 23.10.2025 17:59

ÖYLE ÇOK SORULARIM VAR Kİ…

Facebook Twitter Linked-in

Arkadaşımın “ne zamandan bu yana yazıyorsun” sorusunu, günlük yaşamımızda yer alan birçok olayla içselleştirmem kimsenin tepkisine neden olmuyordur umarım. Her ne denli doğrudan soranın gözlerinin içine bakmamıza neden olsa da, “sorusuz” olmaz! Soru, yalnızca bireyin içinde kıpır kıpır devinen bir olgu değildir, bir iç erincidir de bir anlamda/ bir ilkyaz sevincine tutulmaktır/ kar yağarken ateşte ısınmaktır/ sevdiğine gül verebilmektir/ sevdalara yürüyebilmektir kimine göre; neden olmasın ki… 

“Sormak” dürüst olmaktır, dostunu bilmek, hakça davranmak, haksızlığı Toros Dağlarında bir başına bırakmaktır… Bir “soru sormak” değil amaç, soruyla birlikte alanı aydınlatmaktır da, birlikte yaşamanın “nasılına” yol aramaktır da… “Sorunun” olmadığı yer karanlıktır, haksızlığın doruğa ulaşmasıdır, bölüşümün hakça olmayışıdır, yaşamların ayrışmasıdır… Onun için “sormak” salt düşünsel bir eylemin ötesinde insanın “etik” sorunudur…

***               

Dolmuştayım… Koltuklardan boş olanlar var… Gün ortasına yakın saatlerde genelde böyle olur! İş gidişi ile dönüşü de tam tersi olur! Oturanlar kadar ayakta gidenler olur! Dolmuş sürücüsünün yolcuları arkaya sıkıştırması, “bir yolcu” daha çok alabilmek için “bir adım öne” sesini yükseltmesi her keresinde “tepkiyle” karşılanır haklı olarak! “Davar mıyız, koyun muyuz bre gardaş, daha nereye gideceğiz” demesine, aynı sertlikte sürücüden gelir; “dışarıdan yolcu kalmasın gardaş, herkes işine zamanında yetişsin gardaş, herkes ekmek için bu sıkıntıyı çekiyor gardaş…”

Herkes biraz daha sıkışır, bir küçük adım değil/ bir ayak yarısı kadar ilerleyebilir ancak; bu da bir yolcu daha demektir! “Davar mıyız, koyun muyuz” tepkisi ya da sorusu çoğu zaman sonyaz yaprakları gibi savrulur, bir yel alır gider, söyleyen de unutur duyan da, bir sonraki yolculukta yine aynısı yaşanır; işin gidiş/ dönüş saatleri hep yoğun olacaktır, her yoğunluğu yolcu sıkışarak/ sürücü daha çok kazanarak sürdürecektir! Her bölgenin kendi sanayisi, her sanayinin kendi yerleşim bölgesi olana dek hep böyle sıkışık, hep böyle söylenin de/ duyanın da “anlık” umursanmayan tepkileri olacak…

***

Dolmuştayım… Duraklardan çoğunda durmadan gidiyoruz. E5 karayoluna çıkmadan iki durak önce üç öğrenci binerken, dolmuş sürücüsü söylendi! Sivil yolcudan “ucuz” gittikleri için birçok sürücü bunu yapıyor! Çocukların okul masraflarını sağlamak ana-babaya dert, çocukların okula gitmesi sürücülere dert, sürücülerin giderlerini karşılayamaması ailesine dert! Nasıl bir labirentin içinde böyle insanlar? Çocukların bu yaşananlarda suçu ne olabilir de yüzlerin asıklığı çocuklara gösteriliyor, eğitimlerine sabah kahvaltısı yaptırılmadan başlatılıyor; bu sorunların yanıtını verecekler buyursun!

Dolmuş sürücüsünün neler yaşadığını bilmiyorum ama, dur/kalk eylemleri çok sert! Bunu sıkça yineleyince hemen arkasında oturan biri “yeter” dedi. “Yeter ya, kelle mi yetiştirmen gerekiyor bir yere? Bak burada on kişi varız, bizim canımız senin hırsından zarar görecek, yeter” deyince, başkaları da homurdanmaya başladı! Sürücü kısık bir sesle “geç kaldım da” dedi! Aynı adam, “bana ne kardeşim, bunca insanını hop oturtup, hop kaldırmaya hakkın yok, aramızda hasta olan da olabilir” deyince sert sürüşünü değiştirdi, Küçüksaat’e dek yolcuların “inecek var” sesinden başka ses duyulmadı!

***

 

Küçüksaat her zaman olduğu gibi… Karşıdan karşıya geçmek için zorlanan çoğunu görüyorum. Pazarlar Caddesi girişinden Çakmak Caddesi’ne geçeceğim… Yürümekte zorlanan/ eli bastonlu biri de geçmeye kaç kez yeltenmişse de geri dönüyor! Hem dolmuşlar, hem de özel araçlar tüm kuralların kendileri için olduğunu inanmış sanki; yapacak şey var! Yaşlı adamın koluna girdim! Gelen araçlarına da elimi sallayarak durmalarını işaret ettim, bizimle birlikte diğer bekleyenler de yürüdü, tam Çakmak Caddesi’nin köşesindeki banka önüne geçmemiz bir dakika dürmedi, yaşlı adam “gülmesini” gönderdi gözlerime bakarak, diğerleri de…

Yollar aynı yollar, ancak hem insan sayısı artıyor bir kadar da araç sayısı! Yollar taşımıyor ne bunca yoğunluğu, ne de bunca birbirine geçmiş yaşamı; çok yorucu oluyor gün… Seksen kuşağı böyle miydi diye düşünüyordum da; hayır! Bilinen, herkesin gözüne batan örneğin Kozan’da bir iki ailenin şımarık çocukları vardı “gösteriş” için araçla gezen, daha çok savurganlığa karşı olanlar vardı! şimdi trafikte gezinen özel araçların yüzde doksanı “tek kişilik” kalabalık! Öyle çok sorularım var ki… 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —