Silivri nedir? Bir kıyı kenttir haritada… Denizin dalgasını “ninni” sayarak uyur geceleri. Sokaklar tuz kokar, yüzler umut sayar başlayan günü; ne güzel? Biz de denize kıyısı olan bir kentte yaşasaydık, martı çığlıklarıyla uyansaydık uykudan, balıkçıların hırçın deniz öykülerini dinleseydik, ne güzel olmaz mıydı? Olmazdı sanırım; hep yaşadığımız yerden uzaklaşırdı denizin özgür dalgaları…
Ahmet Haşim, “sen ve ben/ ve deniz/ ve bu akşamki lerzesiz, sessiz/ topluyor bû-yirûhunugûyâ,/ uzak/ ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak/ bu nefy ü hicremüebbed bu yerde mahkûmuz...” dizelerinde Silivri’yi mi anlatıyordu yoksa? Bir kıyı kasabası, denizle iç içe, dalgaların sesi…Belleğimizdeki Silivri sanki, düşüncenin cezalandırıldığı, adaletin duraksadığı, insanların soruşturmasız tutulduğu bir yer olarak anılır. Haşim’in “mâi gölgeli beldeden cüdâ kalarak” dediği o düşsel yer, belki de özgürlük; “nefy ü hicremüebbed” dediği o sonsuz sürgün, Silivri’deki tutsaklık durumu olamaz mı?
***
Silivri’de, haritada gördüğüm deniz dalgasını görmedim! Martı çığlıklarını da, balıkçıların öykülerini de duymadım! Ürünü yeni topraktan kaldırılmış bir tarla, tarlanın bir ucunda kutu gibi dizilmiş yapılar gördüm! Yapılar tutukevi ya da sorgusu süren, suçluluğu kanıtlanmamış, eşlerinden/ çocuklarından/ bildiklerinden yüzlerce kilometre uzakta tutulan onlarca tutukluyla dolu! Yapılarla uzaktan bakıştık yalnız, uzaktan “neler oluyor” sorusunun yanıtını aramaya koyulduk, biraz da “her hukuksuz uygulama, bir gün herkesi acılandırır” kaygısına kapıldık!
***
Öyle ya neydi suçları içeridekilerin? Şimdi, “yolsuzlukları duymadın” mı diye soracaklar! Duydum elbette, herkes gibi! Bir “itirafçının” dile getirdiği suçlamalar göz önüne alınarak gerçekleşen tutuklama bunlar! Varsa suçları, varsa haksız kazançları “bedelini” ödesinler elbette! Ama böyle, ne altı ayı dolduran Ekrem İmamoğlu gibi değil, ne de diğerleri gibi, ne de Zeydan Karalar gibi…
Şunu birçokları kanıksamadı ya da kanıksamak istemiyor; aylardır, haftada iki/ üç kez yapılan “miting eylemlerini” biliyorsunuz! Burada neden İmamoğlu’nun üzerine söylem geliştirildiğini, neden İmamoğlu adı öne çıkarıldığını soruyorlar! Eyleme katılanların asıl amacı, bir gün herkese gerekecek olan “hukuk”! Bir “itirafçı” isimler veriyor, bir gün sonra “isim” evinden alınıyor, kanıtlar ortaya konulmadan aylarca Silivri’de tutuluyor! Yalnız İmamoğlu için geçerli bir olgu değil bu; hem içeride tutulanlar için, hem de dışarıda olanlar için kaygı verici bir durum! Kim kendini bu yaşananların dışında tutabilir? Eylemde ortaya konulan tepkinin nedeni bu!
***
Çarşamba günü Silivri’deydim. Kentin kıyısını görmedim bile, belleğimde iz bırakan uzaklardan gördüğümüz yatay uzanan cezaevi… Göz göze geldiklerim gözlerini kaçırıyordu sanki! Dilek İmamoğlu’nu gördüm! Yaşanan acının izleri gözlerine yansımıştı! Gülümsüyor gibiydi, rahat gibi görünüyordu, biraz sonra buluşacağı eşi Ekrem İmamoğlu’nun verdiği yokluğun “acısı” büsbütün sarmış gibiydi! Yorgundu, ağır suskunluk içindeydi, duvarların ardında tutulan “canıniçi” canını incitiyordu doğal olarak. Olabildiğince yorgundu…
Başka sorunu yok muydu ülkenin? Herkes doymuş muydu, herkes gelecek adına güven duymuş muydu da soruşturmasız, kanıtsız, yalnızca “yitirmeme hırsları” için insanlar alıkonabiliyordu bu tepelerin/ sessizliğin arasında? Kentin sokakları da bu denli sessiz miydi bilmiyorum... Silivri’de deniz dalgası kıyıya nasıl vuruyor onu da bilmiyorum! Bir Silivri biliyorum; o daadaletin duraksadığı, hukukun solumakta zorlandığı bir alan. Gördüklerimi unutmak, susmak, geçip gitmek kolay değil. Silivri, belleğe kazınan bir yer artık. Hem kıyı, hem kırgınlık.Haşim’e göre de “mâi gölgeli beldeden cüdâ kalarak” dediği o düşsel yer, belki de özgürlük…
Sürecek…