Yaşıtlarım ve bizden üç-beş yaş daha küçük olanlar Siptilli’yi iyi biliriz. Alışveriş etmişliğimiz var. Zamanımızın Siptilli’si, şimdiki Kocavezir İş Merkezi’nin bulunduğu alan ve çevresine yayılmış manavlar topluluğu, yani, meyve-sebze pazarı idi. İlk tanıdığımda, yanılmıyorsam 10’a 10 ahşap direklerle çatılmış, oluklu galvanize sac örtülü, yaklaşık 4’e 4 ebadında ve her tarafı açık dükkanlar şeklinde idi. Her dükkanın çatıya yakın ahşap kirişine çakılmış kırmızı levhasında, beyazla yazılmış, söz gelişi, “Manav Sabit Kabakçiçeği – No. 49” şeklinde tek tip levha olurdu.
Manavların rastgele tahta parçalarından çakılmış ufak tezgahları olurdu ki, buralara pahalı, turfanda mallar yerleştirilir, diğerleri yere yayılmış hasır veya kaneviçe çuvallar üstünde, yahut da küfelerde yer alırdı.
Siptilli pazarcılarının ortak özelliği, hemen hepsinin malını bağıra çağıra ve çoğu kez Hüseyni, Uşak yahut Mahur makamında tanıtmasıydı.
SEPETLE ALIŞVERİŞ
Rahmetli annem zaman zaman sepeti koluma takar, elime de bir buçuk, iki lira vererek pazara yollardı. Koca sepeti zor taşıyabilecek kadar doldurmama rağmen, eve döndüğümde hâlâ bozukluklar olurdu cebimde.
Alışverişi sepetle yapardık. Biraz daha asrisi, yumuşatılmış saz yapraklarından örülerek yapılmış zembilidi. Sonraları fileyi icat ettiler. Ellili-Altmışlı yıllarda her evin birkaç filesi olurdu mutlaka. Pazar alışverişi de otomatikman fileye döndü tabii.
Pazarcıların kullandığı kese kağıdı, inşaat alanlarından toplanılmış çimento torbalarından yapılırdı. Siptilli’ye yakın evlerde işi-gücü bu olan birkaç aile vardı. En güçlüleri, torbaları yere vura vura, sözüm ona, çimento tozundan arındırır ve kat kat kâğıt bir yanından kesilip-biçilip kese kâğıdı haline getirilirdi.
Sanırım 60’lı yılların başında, Belediye Reisi Merhum Ali Sepici zamanında Siptilli dükkânları yenilendi, tezgahlar çok daha düzgün hale getirilirken alıcıların yağmurdan ve güneşten korunmaları da sağlandı.
“SİPTİLLİ” ADI NEREDEN GELİYOR?
İşte, bugüne dek yüzlerce kez sorup da asla cevap alamadığım soru. İşin fenası, yıllardır bazılarının bana gelip “Sen bilirsin; ne demek Siptilli?” diye sorması. Baktım olmuyor, sözcüğü defalarca önüme koyup orasından kestim, burasından uladım ve nihayet “Sept” sözcüğünü yakaladım. Sept, Arapçada “Seebit”, yani (7) sözcüğünün yöremizdeki diyalekti. Böyle bakarsak, haftanın 7 günü açık, 7 günü işleyen Pazar anlamına temel bulmuş oluruz. Belki de orijinali Sebitilli olarak çıkmış, zaman içinde Siptilli’ye dönüşmüştür. Bu tür dönüşümler, sesli harfi olmayan eski yazıda pek çok sözcükte rastlanır. Osmanlıca ile birlikte, farklı şivelerdeki Arapça’ya aşina biri olarak naçizane açıklamamız böyle.
Kelimenin ikinci yarısındaki “illi” ise, yine tahmin ederek söylüyorum, Arapça’da “belâ anlamındadır ve ilk harfi “ayn” ile yazılır. Belki de inanılmaz gürültüsünden-patırtısından dolayı “Yedi Belâ” anlamında “Sebit‘illi”, buradan “Septilli” ve nihayet “Siptilli” olmuştur. Mantık yürütmeyi sürdürelim; belki de, “Yedili” karşılığı yarı Arapça, yarı Türkçe birleşik ifadedir. Her ne ise, temel, yedi anlamındaki sebit oluyor.
Bizim bildiğimiz Siptilli Cumhuriyet Dönemi eseridir. Daha önceki yeri ise, bugün Ortopedia ile Acıbadem Hastanelerinin kapladığı alanlardı. Zira buralarda Adana’nın pamuk işleyen ilk büyük fabrikası yer alıyordu ve pazarcı için en mükemmel satış merkezi sayılabilirdi.
Ben, en çok sadece Siptilli’de bulabildiğimiz süzme camız yoğurdunu özlüyorum. Öyle nefis ayranı olurdu ki; ooof, offff!..
Kaynak: Bölge Gazetesi